(Genel Başkanımız Şair İsmet Özel’in İstiklâl Marşı Derneği’nin İkinci Sene-i Devriye Bülteni’nde neşredilen yazısıdır.) Elinizde tuttuğunuz cerîde için İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı İsmet Özel’den yazı istediler. Ne yapılabilir? Şimdiye kadar (Kaçıncı ‘şimdi’dir bu!) yayın alanına sürdüğüm şeylerin hiçbiri âniden zihnimde çakıp da kâğıda döktüğüm şeyler olmadı. Bir sütunu haftanın yedi günü doldurmak zorunda kaldığım dönemlerdeki gazete yazılarım da bu hesaba dâhildir. Yazmanın bir cüretkârlık olduğuna başından beri inandığım için yazarken neye cüret ettiğimi düşünmenin içime saldığı tedirginlik üzerimden hiç kalkmadı. Ben bu baskı altında her satırı kemal-i ciddiyetle, hangi sözlerin nereye varacağının hesabını ihmal etmeden yazdım. Başkalarının alelusul yaptığını bir türlü, çok istediysem de yapamadım: Bir yazıyı “şişirivermeyi” beceremedim. Bigânelik bana göre değilmiş. Kaderim bu. Hazıra konmanın tadını ben de çıkarmak istemez miyim? Ağzımın tadını bilmez miyim? Her iki sorunun cevabı da olumludur. Hem ağzımın tadını bilirim ve hem de hazıra konmanın tadını çıkarmak isterim. Gel gör ki bu hususta bildiklerim istediklerime, istediklerim bildiklerime destek vermedi. Ağzınızın tadını bildiğiniz için hazıra konmanın tadını (hazırdakilerin tadıyla başınız hoş olmadığı için) çıkaramıyorsunuz ve eğer hazıra konmaya razı olacaksanız ulaştığınız şeyin ağız tadınıza uyacak bir nitelik kazanmadığını görüyor ve maalesef biliyorsunuz. Ben bu iki değirmen taşı arasında hayatımı öğüttüm. Yazdıklarım, hayatımın öğütülmesiyle neyi husule getirmek mümkün kılınabiliyorsa onlardan ibaretti. Yanlış anlaşılmasın: Hayatımı yazmama malzeme temin edebilmek için öğütmüş değilim. Yazma etkinliğine atılmadan önce hayatımı öğütmeye zaten başlamıştım. Yazdıklarım kolaylıkla bu öğütülmüşlüğün uzantıları haline gelebildi. İşlemin bir sonuç vermesi ürünün temizliğine elbette delil değil. Yazdıklarımın pür ü pâk olmadığını herkesten önce ben biliyorum. Dikkatini tezgâhımda sıralanan üründeki kepek oranının ne derecede yüksek olduğuna ilk çevirecek kişi benim. Eserimin istediğim kadar, gönlümden geçtiği kadar billûrlaşmayışı elbette rahatımı kaçırıyor; ama beni asıl huzurdan uzak tutan yazmak macerasının bende bıraktığı posadır. İhtiyarladım ve yedeğimde hak ettiği yerden nasipsiz bir yaşantı var. Yükümün safrasını atabilmiş değilim. Hâlbuki böyle olmaması lâzımdı. Matthew Arnold’a inanacak olursak kendini bulan insan kendini sefalete uğratan şeyden kurtulmuş olur. (Resolve to find thyself ; and to know that he who finds himself, loses his misery) Kendimi bulabildim mi? Öyle olduğuna kaniim, gerçekte kendimi hiçbir zaman kaybetmediğimi düşünüyorum. Hayatımın bir çağında kendimi buldumsa nerede, hangi mekânda ve nasıl, neyi yaparken veya bana ne yapılırken buldum? Sefilliğime delalet etmiyorsa zahmet çekerek taşıdığım safra neyin nesi? Bu minval üzere çoğaltılacak soruları cevaplandırmak, bulunmaya değer bir ben olduğunu göstermek suretiyle kendimi bir de ben görmek istiyorum. Buna şiddetle ihtiyacım var. Kendimi görmeye ihtiyacım var; yoksa kendimi bulduğumu anlamam nasıl mümkün? Kendimi bulduğumun kanıtına buluşumu kabul edenle ulaşabilirim. Bir bakıma saframı başkasının üstüne yıkarak… Kırk yılı aşan yazı hayatımın safrasını bir başkasına yıkmam o başkasını yıkışım demek değil. Bilakis, yükü kabullenen bunu ancak yıkılmama iradesini göstererek yapabilecektir. Sahiden olacak mı bu? Olmadıkça bilemeyeceğiz. Olması için benim safradan kurtulmam, aşağıdaki satırları yazmam lâzım: Kendi tavsiyeme uyacağım ve olduğum yerden başlayacağım. Olduğum yer öldüğüm yerdir. Buna isterseniz uğruna ölümü göze aldığım yer diyebilirsiniz. Oluşun ve ölüşün biri gelmeden diğerini görmemiz imkânsız. İlk bakışta oluş ile ölüş arasındaki ilişki ben ve öteki ilişkisi gibi anlaşılır. Yani aynı alanda ikisine birden yer bulunamaz; birinin oluşu ister istemez diğerinin ölüşüne sebep olacaktır. Biri ölmeksizin diğeri olmayacaktır. İlk bakışın izlenimi budur ve bize sürekliliğin ancak sonlulukla sağlanabileceğini açıklar. Benimsenilen ilke tazelenmenin kaçınılmazlığıdır. Köhneleştiğin nispette tazelenebiliyor musun? İnsanların büyük çoğunluğu için bu soruya cevap teşkil edecek açıklama yeterli açıklama sayılmalıdır. Önce her şeyimize bir yer tahsis etmek ve akabinde her şeyin kendi yerinde bulunmasını sağlamak. İlerleme gücümüz varsa ilk bakıştan sonrasına erebiliriz. Erdiğimiz rahmettir. Erersek rahmetli oluruz. Bu demektir ki oluşumuzu ölüşümüzden, ölüşümüzü oluşumuzdan ayıramazlar. Eeee?
İsmet Özel / Mart 2009