Söz sanatlarının hayrete değer tatbiki bir metni şiir haline getirmez. Buna mukabil şiir söz sanatlarının en çetrefillisine yataklık edebilir. Bu yüzden şiiri edebiyatın içinde görmek ve fakat edebiyattan bağımsız değerlendirmek durumundayız. Edebiyattan tecrit ettiğimiz zaman şiirin bir söz hüneri olduğu görüşüne itiraz edemeyiz. İlhan Berk’in “Şiir dilin belini getirmektir” hükmü merak uyandırıcı görünse de gittiği yere hakikatten kopmağı felâket sayanların huzurunu kaçıracak yargıları beraberinde sürükler. Şiir insan varlığımızın bir şaka olmadığını gösterdiği kadar edebiyatın içindedir. Edebiyatın içinde Kur’an surelerini yanlışsız ve hiçbir bakımdan mübalağa etmeden okumak da yer tutar. Nitekim tecvîd dinî sahada eğitimin bir parçasıdır.
Edebiyatın dışında bırakamayacağımız şiir nasıl oluyor da edebiyattan bağımsız telâkki ediliyor? Şiir edebiyata bağımlılığı esas almışsa edebiyat olaylarının dalgalanmasından başını alamaz. Nedir bir edebiyat olayı? 1928 yılında Türkçe yayınlanan her şey kanun gereği Latin alfabesiyle gün yüzüne çıkabildi. Türkçe yazmanın yasak sayılması tepeden tırnağa bir edebiyat olayıydı. Değil miydi? Ahmet Muhip gibi, Orhan Veli gibi Türk harflerine konan yasağın gün gelip buharlaşacağını düşündüklerinden matbuatta yasağa hak veriyor görünenleri bu edebiyat olayının içinde saymak zorundayız. Yasağı gerçekten yok sayanlar bir harekete tevessül etselerdi bu hareketi de bir edebiyat olayı saymamız gerekecekti. İnkılapları insan kalıbımızın neresine yakıştırdık? Hiçbir yerine. Türk olup da giyimiyle dikkat çeken biri bir Avrupa milletini akla getirecektir. Avrupalıların kıyafet seçimleri yaşadıkları tabiata, toplum çevresine veya hayatlarını adadıkları mesleklerine uyar. Avrupa’nın kıtlık içinde yaşaması da onları biz Türklere göre dar giysilere icbar etmiştir. Zevksizliği vitrine taşımakta bir beis görmeyen Amerikan kültürü bilhassa 1945 sonrasında yazdığım bu son cümleyi de ihtiyatla ele alma mecburiyeti getirdi.
Bir fikrin tamamlanmış halini arz etmez şiir. Her hangi bir fikre dair yeni bir fikri de açık etmez. Zenginlere ve/veya yoksullara el sallamaz, kol sallamaz, mendil sallamaz. Ne hoş geldin der gelene ve ne de gidene güle güle. Çok istenmişse de şiirin bu dünya ile mülkiyet bağı kurulamamıştır. Şiir açarsa kendini ölüm sonrasından hayır umanlara açar. Şairlere uyup dünyevi hazlara açılmaktan zevk duyanlar kimlerdir? Dünyayı gariplere zehir edenler ne türden olursa olsun şairlerin en sağlam takipçileridir. Suç mu şairlerin takipçisi olmak? Şairlerin takipçisi olmayıp da ne yapacağız? Hesap verme anlayışına uzak duran herkes böyle sualleri üstlenecektir. Hesap verme anlayışına sadakat şiirlerin birbirlerine göndermede bulunmalarını önler. Şiiri sevmek kendini tersliğe hazır kılmağa bakar. Suyumuza gitmeyen dik kafalı bir vakıa olarak çıkar şiir karşımıza.
Şairlere yarıçapları birbirinden çok farklı daireler çizmek bırakılmıştır. Anaların bizi doğuruyor olması içimize bir bütünlük, bütünleşme, bütüne varma özlemi bırakmıştır. Ancak şiirde dünya hayatında hasretine yandığımız tamamlanmışlığı bulursak buluruz. Ressam ve bestecilerden daha imtiyazlı sanatçıları şairler biliyorsak bunun sebebi kelimelerin irtibatlar kurma bakımından renk ve şekil, ses ve sustan daha cevval oluşudur. Resim ve müzik kendileri olabilmek için çizgi ve renk, ses ve sus gibi sanat dışında kimi zaman daha tesirli olabilecek hissedilebilir alanlardan yararlanır. Şiirden uzak bir yerde tamı tamına işitemediğimiz kelimeden başkası şaire yön vermediği, her kelime aynı anda kendinden başka şeylerle cesamet kazandığı için okurun müdahalesiyle sonlanır. Niçin şiir ve tamamlanmışlık birbirine bu kadar yakın durur? Yarılma, çatlak dilin içindedir. Çünkü dünyada söylenen şeyle ifade edilmesine yol açılan şey aynı değildir. Şiir dilin çatlağını ispat edilemez bir usulde giderir. Her içten şiir okurunun tasavvur dünyası istiklal sahibidir. Kelimelere inhisar edilmiş dünyaya kelimelere müracaat etmeksizin edindiğimiz bir tasdik sahası hissine bağlanırız.
Tasdik sahası hissi bebekliğimizden gelir. Kendimizi beşerden biri veya insan saymamızın iki vakıayla ilişkisi doğrudandır: Yürüme ve konuşma. Hangi iklimde yaşarsa yaşasın, hangi dili konuşursa konuşsun yeryüzü ahalisi mutlaka iki ayağı üzerinde yürüyor ve telâffuz edilebilen bir dili, o dilde konuşuyordur. Burada dikkatimizi çekmesi gereken husus hem bir bebeğin doğduktan bir sene sonra yürümesinin, hem de beş yılın sonunda konuşmasının insana, insan emeğine bırakılmış olmasıdır. Bebek bir iç dürtüyle iki ayağı üzerinde yürümeğe başlamaz. Beri yandan büyüklerin yadırgamayacağı bir konuşma düzeni kurmasını yıllar yılı yaptığı tecrübelerin uzantısı saymak mecburiyeti altındayız. Beri yandan dedim çünkü şiir dilin bir muameleye tâbi tutulmasından elde edilen bir üründür. Şimdiye kadar dünyada bir kültürel ortam varmış gibi şiirden bahsettim. Bunun sebebi işlerini hal yoluna koyanlar bunu yürümeden ve konuşmadan başaramayışlarıdır. Yani beşer ve insan müşterek bir zeminde hareket eder.
Şiiri edebiyat tarihinden uzak tutuşumuzun sebebi beşer veya insan olarak bu iki işin hakkından gelirken uğradığımız şartlanmaları aşamayışımızdır. Nasıl basarsak daha iyi yürürüz veya yürüşümüze hangi düzeni kazandırırsak salim kalabiliriz sualleri biz bir yıl yaşadıktan sonra kendimizce belli olmuştur. Bizim konuştuğumuz dilin neresinde olduğumuz, dahası dilin bizim neremizden neşet ettiği biz daha on yıl yaşamamışken kendimizce biliniyordur. Sualler de gizlidir, cevapları da. Bunların gizliliği yoklukları demek değildir. Pergelin yazmaz sivri ucunun bütün sanatçılara; ama bilhassa şairlere battığını hatırlamamız imkânsız. Neredeydik ve hangi zamanı idrak ediyorduk? Bunları bilsek bile açığa çıkaramazdık. Çünkü bir insanın derinliği ölçülebilir gibi değildir. Bir sanat eseriyle kurduğumuz temas bir defineyle kurduğumuz temasa benzer; ama tıpatıp aynısı değildir. Karşımıza sanat eseri olarak çıkan definenin kapağını her açtığımızda daha değerlisinin daha derinde olduğunu işaret eden mümessillerle karşılaşırız. Sanat eseri bizi hiç yanıltmamıştır.
İsmet Özel, 12 Rebiül ahir 1442 (27 Kasım 2020)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.