Pergelin yazmaz sivri ucu bilhassa ne yapar? Tarihin insan hayatında hangi sahayı yaraladığı ve zaten varsa yara onu ne yapıp da deştiği hususuna telmihte bulunur. Açıklar demedim. Bir şeyi açıklamak o şeyin akla uygun hale sokulmasına yarar. Aklımızın kalıplarını bizi tedirgin eden neyse onun şekline uydururuz. Açıklamak teskin eder. Oysa sükûnet bütün şartlar altında ve her zaman ihtiyacını duyduğumuz bir şey değildir. Daha iyi savaşmak ve/veya göstermeğe heves ettiğimiz canlılığımızı pekiştirmek için sakin oluruz. Böyle bir durgunluk için edebiyat kaçırılmaması gerekli bir fırsat temin eder. Dile sahip olduğu halde edebiyatını ve/veya sair sanatlarını hal yoluna sokamamış bir kavim kavimler katında hayat hakkına sahip olduğunu ileri süremez. Bir kavme hayat hakkını sanat eseri sağlar. Navlundan elde edilen kazanç sermaye birikimine ne kadar yardımcı olursa olsun dâhiler asrı XVII. yüzyılda yağlıboya üzerinden resim sanatıyla öne çıkmamış olsaydı Dünya Sistemi’nin anakenti sıfatını belli bir süre Hollanda’ya yakıştırmak kolay olmayacaktı.
Modern çağın siyasi çerçevesi kapitalizmin kaprisleriyle yönetildi ve yönetiliyor. Dünya Sistemi’nin İtalyan Site Devletlerinde ihdası olduğu kadar gün be gün idamesi canını diasporaya takmış Yahudilerin tekeline bırakılmasaydı manzaraya şimdi baktığımızdan çok farklı bakacaktık. Sözün gelişi Milattan 1908 sene sonra Türk topraklarında ne oldu? Lenin’in Devlet ve Devrim kitabı size bir düşünme dayanağı sağlıyorsa siz de XX. yüzyılın en meşhur Yahudi’si gibi Osmanlı Devleti’nin bir Millî Demokratik Devrim idrak ettiğine kanaat getirirsiniz. Oysa bu tarihi Yahudilerin Osmanlı baskısından azat edildiği yıl (emancipation) olarak bilen tarihçiler çoğunluktadır. Osmanlılar başka hiçbir ülkenin yaşamadığı bir şeyi yaşadı. Yahudilerin azat edilişi Osmanlı devletinin sona ermesi anlamına geldi. Bunun üzerinde durmak lâzım. Azat edilmiş ve azat edilmişlikleri Müslüman sayılmalarına sebep olan Yahudiler ve Müslümanmış gibi görünme zoru altında bulunan diğer gayri-Müslimler ortalığı kaplamamış olsaydı Türkleri modernleştirme tragedyasının zimmeti kimin üzerinde kalacaktı? O günler vatan derdinin çekildiği günler olmasaydı Türkler arasında modernleşmenin zilletini ahiretini yakma pahasına çekecek bir tek fert bulma başarısı kimseye nasip olmayacaktı. Vatansız kalma sıkıntısı milletin boğazına öyle sıkı sarılmıştı ki, ölüm döşeğinde Ermeni alfabesini sayıklayan İsmet İnönü’nün gizlice namaz kıldığı dedikodusu bütün ülkeyi sarmıştı.
Eğer bir cumhuriyetten söz edeceksek dikkatimizi Dünya Sistemi’nin Misâk-ı Millî’den en büyük tavizi verenlere Türk topraklarını idare etme hakkı tanıdığı zevata çevirmemiz şarttır. Demokrasi ile taçlandırılması düşünülen bir cumhuriyetimiz varmış! Kim söylüyor bunu? Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu kurmasından ödü kopanlar mı? Onlar (onların ahfadı desek daha yerinde olur) ve onlara katılmak için birbirlerini öldürme hazırlığından geri durmayanlar. Bu zaviyeden bakılırsa Türk topraklarında üstü örtülü bir sınıf savaşı yaşanıyor. Üstünü örttükleri doğrudan savaşın kendisi değil, aynı zamanda çatışmanın taraflarıdır. Siyaset olsun diye yaptıklarımızın hepsi bilir-bilmez yaptıklarımızdır. Bilişimiz bize kanacak kaç insan bulduğumuza kenetlidir. Bilmeyişimiz başka bilmeyişlerimizin yedeğinde duruyor. Gerçekten bir din günü var mı? Varsa geleceği kararmış insanlar da var.
Türk topraklarında Cumhuriyet her şeyi ele geçirmiş ve geriye başına konacak bir taç kalmış. Buna kimin inanacağını biliyorum. Siyasi rejimler konusunda hiçbir bilgiye ulaşamayanların inanacağı bir hüküm bu. Uzun tetkiklere ihtiyaç duyulmadan fark edilecek şey demokrasisi en sağlam bilinen ülkenin monarşisi en sarsılmaz kabul edilen ülke oluşudur. Bahsettiğimiz yerin Büyük Britanya olarak adlandırıldığını hepimiz biliyoruz. Almanlar Hitler’in Führer unvanı altında fetihlere özendiği ülkeye Büyük Almanya derlerdi. Büyük Almanya kolonilerini I. Dünya Savaşı sonrasında kaybetmiş Almanya’nın yeni adıydı. Bir Avrupa ülkesi kolonilerini kaybederek “büyük” sayılamaz. Alman Harbi hemen hemen bütün dünyanın Alman korkusu hissettiği savaştı. İşin içinde günlük hayatımızı dolduran ev aletlerinin bulunduğunu unutursak gidişattan hiçbir şey anlayamayacağız.
1908 Dünya Sistemi’nin modern çağda idrak ettiği zaferlerden biriydi. Sistemin lortları çökerttikleri Türk düzeni ertesinde ellerini kollarını sallaya sallaya İstanbul’a gireceklerini zannediyorlardı. Çanakkale muharebeleri sebebi ne olursa olsun Türk milletinin ölmediğini (ölmüş bile olsa cenazesini kaldırmağa hiçbir milletin gücünün yetmediğini) gösterdi. Allah katında din olarak İslâm’ı bilen bir avuç insan İstiklâl Harbi’ne meydan verecek cesareti Çanakkale’den aldı. Görünürdeki İstiklâl Harbi sırasında İstanbul müttefiklerin işgali altında ve Yunan şımarıklığına fırsat tanıyan bir halde kaldı. Yüz sene öncesinde hesabı görülmüş şeyleri hatırlamanın tam zamanıdır. Çünkü Lozan’da imzalanan anlaşma 100 senelikti ve yerini daha o zamandan Sevr anlaşmasına bırakacağı öngörülmüştü.
Cumhuriyeti taçlandıracağı farz edilen demokrasinin Türk topraklarında doğumu hangi zamana rastlar? Tanzimat Fermanı’nın okunuşunu esas almamız doğru bir tespit sayılabilir mi? Almanların yanında savaşa girme boğuntusu neyi başlattı? Her ne olduysa oldu ve fakat demokrasinin topraklarımızda boy göstermesi Türkiye’deki bütün aydınların asabını hassaten 14 Mayıs 1950’de bozdu. O akşam yasak çiğnenerek kimi yerlerde akşam, kimi yerlerde yatsı ezanı aslına uygun okundu. Sandık ne hakla yönetme hakkı talep ediyordu? Hâlâ bu asap bozukluğuna bir çare bulabilmiş değiller. Dünya Sistemi’nin lortları 29 Ekim 1923’te verdiklerini 27 Mayıs 1960’ta geri aldı. Türklerin elinde ne devlet, ne de ordu bırakıldı. Kimin nereye yetişmeğe çalıştığını bilmiyorum; ama Demokrat Parti’nin oy deposunu ikiye ayırarak bu güne uzanan acılara yol açtılar. 1961 seçimlerinde DP oylarına talip iki parti vardı. Ragıp Gümüşpala’nın Adalet Partisi ve Ekrem Alican’ın Yeni Türkiye Partisi. Hangi yönüyle olursa olsun Demokrat Parti’nin dirilmesine neye patlarsa patlasın imkân verilmeyecekti. Siyasette 1961 seçimleri hâlâ kapanmamış olan korku çağını açtı.
Aynı korku çağı içindeyiz. Size tuhaf gelebilir; ama kendimize (Kime kendimiz diyorduk?) güvenmekten korkarak demokrasi oyununa başladık. Oyun diyorum çünkü Dünya Sistemini çekip çevirenler biz Türklerin millet olma vasfına sahip olup olmadığı sualini her türlü şüpheden arındırmak istiyordu. Kendine olan güvenden korku duymayan yok mu? Var, hem de pek çok. Bunların ekseriyetini ömrünü para peşinde tüketenler teşkil eder. Millet çapında tecrübelerimizi zamanı gelince dinsiz, zamanı gelince dindar görünerek ifsat edenler de onlardır. Onlar ne yaparsa yapsın Demokrat Parti miladın 1950nci yılında aldığından daha çoğunu 1954’te aldı. Hep böyle gidecek ve DP gücünü artırarak iktidarda mı kalacaktı? Öyle sananlar çoğunluktaydı. Demokrat Parti’ye oy vereceğine kesin gözüyle bakılan topraklar bir manevrayla bağlı oldukları vilayetten koparılıp valisi olan yerler haline getirildi. Adıyaman Malatya’dan, Kırşehir’den Nevşehir, Kütahya’dan Uşak ayrıldı. Bu el çabukluğuna rağmen siyaset kurtlarının kümelendiği CHP’nin oyları azalmadı. 1957 seçimlerinde DP'nin inişe geçtiği gözden uzak değildi. Bu sebeple 27 Mayıs 1960 hareketinin görünüşte DP’yi devirmiş olması özü itibariyle CHP’nin yeni bir milliyetçi ruh bulmasına karşı yapıldığını gölgeledi. Aydınlar katında 27 Mayıs hareketi sergilenmeseydi 1961 seçimlerinin bir millî koalisyona varacağı işten anlayan kimseyi şaşırtmayacaktı.
1571 İnebahtı hezimetinden sonra biz Türklerin en kolay öğrendiği şey şaşırmamak oldu. Ne doğuda, ne batıda felâketlerin Türk milletinin peşini bırakmayışı kimseyi şaşırtmıyordu. Yönetici zümre Türklüğe ve Türk varlığının serpilmesi aleyhine yapılan her işte payları olan kimselerden iktidara takılıp takıştırılmıştı. Eğer öyle olmasaydı Sofya’da görevli bulunan Mustafa Kemal yabancı misyon şeflerine inkılap haberciliği yapma cesaretini nereden bulacaktı? 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin zaferi milli yapı içinde bir ikilik yaşanmasına yol açması bu şaşkınlığın bir uzantısıydı. Fertlerin başarı diye benimsediğinin kendi bünyelerini ikiye bölmüş halde yaşatma hünerinden istifade etmenin başarısı olduğunu şahsen bilmiyorlardı. Eğer demokrasi cumhuriyeti taçlandıracaksa böyle bir cehaletin gündelik hayatla düğününe hazırlanıyor olmalıydı.
İsmet Özel, 8 Safer 1442 (25 Eylül 2020)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.