Kurulduğu günlerde dikkat çekmeyen ve bilhassa hem birinci, hem de ikinci dünya savaşının galibi sayılışı sebebiyle dikkatlerin üzerinden çekilmediği bir gücün ürettiği çetin meselenin içindeyiz. Yirminci yüzyılın tamama yakın bir bölümü, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin de tamama yakın bir bölümü efsanevi gücün gölgesi altında geçti. Bir Britanya kolonisi iken 13 devletin birleşmesinden doğan bu federal birlik Amerika Birleşik Devletleri adıyla anılıyor. Modern tarihi yorumlama noktasını ciddiye alan herkes önce bu federal birlikle (yani kapitalizmle) hesaplaşmalıdır. Dünyaya hesap verme bahsinde ABD son kozunu Dünya Ticaret Örgütü’nün ikiz kulelerine uçaklarının çarpmasıyla oynadı. Böyle bir hesaplaşmanın şahidi olduk mu? Olmadıysak neden?
Karşımıza her ne mesele çıkarsa çıksın işimize yarar çözüme ancak kendimizden başlayarak ulaşabiliriz. Kimiz biz? Hassaten Amerikalı değil de hassaten Türk isek niçin Türk olduğumuza akıl erdireceğiz. Bizi bir kavim, bir millet, bir toplum olarak adlandıranlar hiçbir çağda Türk değildi. Bizi kendilerini savunarak, Türkler geliyor diye haykırarak adlandırdılar. Adlandırmanın eğer Araplar tarafından yapıldığına meylimiz kuvvetliyse Türk kelimesinin telâffuzunun Arap elifbasında “ö” sesi bulunmayışına bağlayabiliriz. Eğer Araplar “ö” diyebilselerdi, belki bütün dünya bugün Macarlar gibi bize Türk yerine Török diyecekti. Arapların telâffuzu niçin baskın çıktı? Çünkü Yahudiler gibi Türkler de dinleri ile milliyetlerini birbirinden ayıramazlar. Ayırırlarsa ikisini de kaybetmeleri onlara kader olarak verilmiştir. Cumhuriyet idaresi bu hususu dünya şartlarının sağladığı koruma şemsiyesi altında bu güne getirdi. Nedir bu gün? Türk olup olmamağı dünya çapında bir başarının uzantısı kılmamız gereken bir gün. Yüz yıl öncesinde olduğu gibi hayat tarzıyla hayatta kalma imkânlarını kaynaştırma mecburiyeti altında kalan herkesin Türk vatanı kavramından süratle uzaklaştığı bir gün.
Ne olduğuna cevap arayan bir Türk’ü soyu sopu hakkında suale maruz bırakırsanız Müslümanlığından başka hatırlanacak bir şey bulamayacaktır. Türklerin Türklüklerine tutamak bulma derdi herkesi tarihin yeniden kurgulanmasına götürecektir. Dünya literatüründe milliyet kapitalizmin gerekli ve kaçınılmaz sayılmasının uzantısıdır. Türkler aleyhine tuhaf bir oyun oynandı. Milliyetçilik esas alınarak benimsenen modern kurgulanışların hepsi Türk devreden çıkarılarak başarıldı. Önce donanması ve ordusu olan topluluklar millet sayıldı, çok geçmeden buna dilin imkânları eklendi. Böylece Türksüz tarihten istifade etmeyen kalmadı. Tarihin ilkçağ-ortaçağ-yeniçağ şeklinde tasnifi bütün vukuatın Türk tavrı dışta bırakılarak yaşanması esasına istinat eder. Tarihin milletler eliyle kurgulandığını biliyor olmamız bu kurguda isabet kaydedildiğini göstermez. Eğer galipler tarafından yazılmış tarih önümüzdeyse arkamızda neler kaldığına hiç akıl erdiremeyeceğiz. Tarih bilim kurgu gibi soyut ve fantastik hesaplamalara gelmeyecektir. Kemale ermiş kurgulanmaya hiçbir çağda, hiçbir yörede rastlayamayız.
Eğer aklımızı başımıza almanın faydasına inanıyorsak tarihte gerçeğin kendisini görme durumuna talip olmalıyız. Bir Türkün bunu boş bir beklenti saymasına imkân yoktur. Gerçeğin kendisi dediğimiz saklanan gerçeğin kendisidir. Akademik çalışmalarımızı olduğu kadar günü birlik ilişkilerimizi yürüttüğümüz dil bizim bu topraklarda niçin bulunduğumuzu izaha elverişlidir. Bir tarih atlası açıp bakın. Orada İslâm’ın yayılışı başlıklı sayfada bugün Türkiye kelimesiyle anılan, gerçekte Türkeli dememiz gereken yerin Bizans olarak adlandırıldığına şahit olursunuz. Buradan sıra Türklerin yaptıklarına gelinceye kadar İslâm’ın yayılabileceği kadar yayıldığını mı anlamak gerekiyor? Hadisenin böyle bilinmesini akademisyenlerin hepsinin istediğini biliyoruz. Türklerin bir akademik deneyimi yok. Olmasını isteyenlerin kütüphanelere sokulmadığını bilen biliyor ve bildiğini saklıyor.
Bu yazının ilk paragrafında ABD ile kapitalizmi aynı şeymiş gibi andım. Buna keyfî bir çarpıtma demek yakışık alır mı? Çarpıtma yok; ama anlamayı kolaylaştıracak bir sıra değişimi var. Kolonyalizmi anlamak için tövbe etmiş kolonyalistten başkasını bulamayacak mıyız? Batı terbiyesi almış çocukların öğrendiği keşifler ve icatlar çocukların (bu çocuklardan biri de benim) kafasını doldurdu. Avrupa’nın cahili olduğu coğrafi yerler Avrupalıların yerleşimine açılınca mı var oldu? Zaten var idiyseler bu toprakların yerlilerinin başına ne geldi? Bu toprakların yerlilerinin başına kapitalizm geldi. Kapitalizm Amerika kıtasında doğmadı. Taşınmağa değer irilikte bir kapitalizmden, Amerika da dâhil müstemleke durumuna sokulmuş dünyadan Avrupa’ya hizmet edesi diye nakledilmiş değerlerden yapılma bir sermaye tahakkümü bütün ülkeleri kasıp kavurmuştu. Sermaye tahakkümü burjuva sınıfının icat ettiği yeni haliyle kapitalizm oldu. Bir zenginler pervasızlığından değil, kuralı, işleyiş şekli olan bir malî tahakkümden söz ediyoruz. Zengin her ülkede vardı; ama bu ülkelerde malî tahakküm yoktu.
Malî tahakküme en yakın dostluk teknologiden geldi. Bu dostluk konfederasyon yanlısı olanları değil, birlik yanlısı ABD vatandaşlarını ülkenin sahibi durumuna soktu. Bu vakıadan Dünya Sistemi dediğimiz şeyin çok iyi örgütlenmiş bir çete olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Avrupa’nın tamamı 1945 sonrasında Atlantik ötesi sermaye eliyle müstemlekeleştirildi. On beşinci asırda Türklerin gücüne hudut çekme endişesiyle şahlanan kapitalizm sermayeye takoz koyacak bütün kültür verimlerini (bu arada oda müziği uygulamasını da) Avrupa’da bırakıp İngiliz dominyonlarına taşındı. Dolayısıyla dünyanın selâmeti adına önce hesabı görülmesi gereken kapitalizmden başka bir şey değildir. Son yıllarda bütün hassas yerlerimize çarpan küreselleşme ABD eşittir kapitalizm aforizmasını yıkmağa matuftur. Büyük Britanya kapitalizm düşmanı bir idareye rıza gösterebilir mi? Gösterebilseydi bunu milâdın 1917nci yılında yapardı. Öyle yapmak şöyle dursun, zafere ulaşmak için kendine Nasyonal Sosyalist ekonomiyi hedef seçti. Savaşa bütün sertliği Almanlara mahsus ekonomiyi yere çalma hissi veriyordu. Bu da ABD ile kapitalizmin birbirlerine perçinlenmesine sebep oldu.
Özü de biçimi de yaşadıklarımızdan farklı bir dünya istiyorsak kapitalizmle hesaplaşacağız. Bunu kapitalizm bizim içimizde kıskançlıkla koruduğumuz her şeyi aldığı için yapacağız. Nedir içimizde kıskançlıkla koruduğumuz şey? Bu öyle bir ilişkiler ağıdır ki, kelimelere döküldüğü zannedilen yerde önemini hissettiremez. Hem şimdiki özünden, hem de şimdiki biçiminden koparılmış bir dünya istememizin sebebi alelâde şekle büründürüldüğünde kıyıma uğraması tepki uyandırmayan şeyin canına biçtiğimiz değerdir. Bu değer sebebiyle her bir Müslüman Resul-ü Ekrem’i kendi nefsinden daha çok sever. Hal-i hazırda özünden ve biçiminden mahrum hale sokulmuş dünyanın özünü de biçimini de hoşa giden hale getirmek daha akla yakın değil mi? Beni böyle düşündüren belki de akla yakın olanın kalbe uzak kalmasıdır.
İsmet Özel, 23 Muharrem 1442 (11 Eylül 2020)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.