Okumak yazmaktan bahsediyoruz. Okumanın; “Kur’an okumak yani kıraat”, yazmanın; “Kur’an-ı tahsin ile yazmak yani hat” olduğunu söylüyoruz. Kelimelerimizin Kur’an ve hadisten işittiklerimizle hem biçim hem de muhteva kazandığını, itikadî bütünlüğümüzün dilimizde tezahür ettiğini, dile getirmekte ısrar ediyoruz. Bir tekellüf peşinde değiliz, “en yalın olanı” “en doğrudan” ifade ediyoruz: “Türkçeden İslam’a bir giriş yapabilir ve bu usulle çok büyük bir müktesabatı elde edebiliriz.”
Lisanımız Türkçe, Kitab’ın ve Sünnet’in okunması, yazılması, ezberlenmesi ile teşekkül etmiş ıstılahî bir lisandır. Lügatlerimize göre ıstılah () kelimesi, “fesad”ın zıddı olan “salâh” mastarının iftiâl babına aktarılmasından gelmektedir. Dönüp dönüp okunan bina kitabının muhtevasından olan İftial vezni, kelimelere “insanın fiiline, akli kabiliyetlerini dâhil etmesi” anlamını kazandırmaktadır. Şemseddîn Sâmî ıstılahı: “Umumca ma’lum olan manay-ı lugavîsinden başka ilmî ve fennî bir manay-ı müttefakun aleyh ile müsta’mel lugattır.” şeklinde tanımlar. Kur’an’ın nüzulünden itibaren uzun yıllar içerisinde öncelikle hadis ve fıkıh ıstılahları olmak üzere, akaid, tefsir ve tasavvuf ıstılahları gibi ıstılahlarımız teşekkül etmiş ve Kur’an ve hadis kaynaklı Türkçe, bu kelimelerin sadece lügavî manalarını değil ıstılahî manalarını da kapsayacak şekilde, hususen ıstılahî manalarını kapsayacak şekilde var olmuştur.
Mesela lügavî olarak “temizlenme, temiz olma, ziyade etme, artma” manalarına gelen zekât kelimesi “manevi yönden temizlenmek amacıyla belli şartlarla malın belli bir miktarının, şartlarını taşıyanlara verilmesi” şeklinde bir mali ibadet manasıyla ıstılahlaşmış ve Türkçede hem lügavî hem ıstılahî manalarıyla yer almıştır.
Yine “vecebe-” kelimesi lügavî olarak “şiddetle yere düşmek” manasınadır. Fıkıh Istılahında Vâcib: “Şâri’ tarafından emredildiği sübut yada zanni delil ile sabit olan yükümlülükler. Amelî farz.” olarak ıstılahlaşmış ve Türkçede “Yapılması zannî delîl ile belli olan. Terki câiz veya mümkün olmayan. Olmaması düşünülemeyen” manalarıyla yer almıştır. Esasen şiddetle yere düşmek lügat manasıyla ıstılahen gökten gelen bir emir manası arasında da etimolojik bir irtibat vardır.
Aynı şekilde “Be’s-” kelimesi lügatte “Azab. Savaş. Şiddet-i fi’l-harb.” Manalarında iken hadis ıstılahlarında; “Lâ Be’se Bihî” ifadesi “Zararsız, zararı yok” manasına ta’dil lafızlarından olup Türkçede de “Beis yok, zararı yok” manasında yer almıştır.
Bâb, kelimesi, lügavî olarak “kapı” anlamına geldiği gibi Hadis ıstılahında “Hadis kitaplarında aynı konudaki hadislerin bir arada bulunduğu kitâb başlıklı ana bölümler içinde yer alan tâli bölümlere” denir. Mecazen ise “bir şeye ulaşmaya vesile olacak nesneyi” ifade eder. Bab kelimesi lügavi, ıstılahi ve mecazi anlamlarıyla hadislerde olduğu şekliyle Türkçede aynen yer alır.
En temel lügatlerimizden sayılan Kamus Tercümesi de dediğimiz Okyanusumuz, Hadis üzerine de çalışmaları bulunan Fîrûzabadinin Kamus’ul Muhît’inin Tercümesidir. Muhît önce Zebîdî tarafından 100’den fazla eserden faydalanarak Tâcü’l-arûs adıyla şerh edilmiş olup bu şerh, hem ikmal, tashih ve tenkit özelliği taşımakta hem de Buhari gibi sadece sahihlerini aldım diyen Cevheri’nin es-Sıhâh’ını savunmakta olup 120.000 kelime ihtiva etmektedir. Mütercim Asım, Zebidi’nin şerhi, Cevheri’nin Sıhah’ından faydalandığı gibi tercümesine açıklama ve delillendirme amacıyla âyet, hadis, şiir vb.den şevâhid ve misaller ile yeni kelime ve anlamlar eklemiştir. Dolayısıyla ilmî bir gelenek içerisinde ıstılahî anlamları gözetilerek oluşturulan kelimeler lügatlerimizin bir unsuru haline gelmiştir. Ayrıca kelimelere Türkçe karşılık bulmakta büyük titizlik gösteren Âsım Efendi, Türk dilinin zenginliğini de lügatlerimize aktarmıştır.
Bu haliyle Türkî lügatimiz Kur’an ve Hadis menşeiyle Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akaid ve Tasavvuf ıstılahları gibi ıstılahlarımızı havi bir lügattir.
Biliyoruz ki kelimelerin bu itikadi bütünlük içinde kazandığı manalar başka kelimelerle ifade edilmesi mümkün olmayan manalardır. Bir kelimeye bulunan her karşılık o kelimenin manasının ancak bir kısmını ifade eden ve diğer kısımlarını ihmal eden ya da belki ihlal eden anlamlardır. Bilginin ihlasla uygulamasından elde ettiğimiz lisan müktesabatımız, başka bir şeyle tedavülü mümkün olmayan bir hasıladır ki buna nüfuz etmek için Yüksek Ahlaktan başka yol yoktur.
Salâhımız Salâhiyette, Salâhiyetimiz Türkçededir.
Lisanımızın itikadi olduğunu, itikadımızın lisanımızda olduğunu söylüyoruz. Kelimelerimizi kaybetmeyi şahsiyetimizi kaybetmekle eşdeğer görüyoruz. Elbette ki yazımızı ve kelimelerimizi kazanmayı da şahsiyetimizi kazanmak telakki ediyoruz.
Kelimelerimiz Kur’an ve hadis’ten aynen alındığı gibi bazen tekellüm edenin karakter ve seciyesine göre bir itikadi bütünlük içinde aynı asıllar üzerinden Türkçe’de yeni biçim ve anlamlar da kazanmışlardır. İtikadi duruşumuz, fesattan uzak olup iyi olma anlamıyla salâh kelimesi aslından bize salâhiyeti vermiştir. Arapçada bu anlamıyla olmayan salâhiyet kelimesi Türkçede varlık kazanır. Salâhiyet, Auctoritate ya da yetke değildir. Zira ne “emretme hakkı” ne de otorite karşılığı türetilen “yed/el altına alma”salâhiyetle bağdaşmaz. Ziyâ Gökalp’in söylemiyle salâhiyet “mansıp gibi yukarıdan verilmez, hep iktisapla alınır.”Yani atamakla hattat olunmaz. Ama Bakan olunur. Kendi kendimize kendimizin ne olduğunu bilmeden yaşayabiliriz. Ama bilerek yaşamak bize ehliyet ve salâhiyet sağlar. Onun için kendini bilmekle salâhiyet birbirinden ayrılamaz.
Te’yîd edici manasına “müeyyid” kelimesinden ceza anlamında “müeyyide”,
Suç, cezâ manasına “cerîme” kelimesinden “başkasının yükünü çekmek” anlamında “cereme”,
Sîret, yol manasına “Sünnet” kelimesinden “çocukların sünneti” anlamında sünnet,
Mer’/er olmak, mürû’et/erkeklik, yiğitlik kelimesinden “mürüvvetini görmek” anlamında mürüvvet,
Türkçe’de kazanılan anlamlardır. Hepsinin bir Kur’an ve hadis aslı vardır. Bu asılların ma’na ve muhtevalarını aynen ya da benzer biçimli kelimelerde dile getirirler. Biçim bağı da kopmaz anlam bağı da. Ulvi bir itikadın oluşturduğu yüksek karakter yeni kelimelere şahsiyet verir. Yeni kelimeler de nasibi olanlara, nasibini arayanlara...
Hadis-i Şerif asıllarından bunun çokça örneğini bulmak mümkündür.
Buhârî: “ Göğüsten karnın ince/yumuşak yerlerine kadar yarıldı.”(Bedü’l-Halk 6) hadisindeki “Rikkat, ince yumuşak” manasına gelen “merâkk” kelimesinden “bir şeyi anlamak ve öğrenmek için duyulan arzu” anlamında “merak”,
Buhârî: “ İyi biliniz ki, katı ve kaba yürekliler de develerin kuyrukları dibinde(dir).” (Bedü’l-Halk 15) Hadisindeki “katı”manasına gelen “kasvet” kelimesinden “sıkıntı, tasa” anlamında “kasvet”,
Müslim: ““Yâ Rabbi! Düzgün mü olacak, yoksa sakat mı?” (diye sorar.) (Kader 4) hadisindeki düz manasına gelen “seviyy” kelimesinden “mertebe” anlamında “seviye”,
Sünen-i Dârimî: “ Sonra bana, “Ağlama! Muhakkak ki sen âilemden bana ilk kavuşacak olansın!” (Mukaddime 14) hadisindeki “vâsıl olan, kavuşan” manasına gelen “lâhik” kelimesinden “eklenen kısım, ilave” anlamında “lâhika”,
Hadis asıllarından İtikadi Türk hayatının lisanımıza kazandırdığı kelimelerimizdir.
Bu anlatılanları ifade etmek ile ifade etmek de aynı asıllar üzerinden bir manayı elde etmeyi gerektirir. Feyd, fayda vermek aslından gelen “ifâde” kelimesi “bir şeyi anlatma” anlamını Türkçe’de kazanır,
Yine “yerine getirmek, infaz etmek” manasına imza kelimesi “bir metnin kabul gördüğünü gösteren işaret” anlamını Türk’çe de kazanmıştır.
Sulhumuz salâh, salâhımız salâhiyet, salâhiyetimiz ıslah, ıslahımız maslahat, maslahatımız ıstılah, ıstılahımız ıstıslahın kapılarını açar. Bundan istinkaf edenleri, Auctoritate ya da yetkenin hükmü altında fesadın, mefsedet’in metodologisi ve terminologisi karşılar.
İyilikle, salâhla bir hayatın ikame ve idamesi için salahiyet sahibi olmaktan, salahiyet sahibi olmak için de dilimize, lisanımıza, lügatimize ve ıstılahımıza vukufiyet kesbetmekten başka müstakim yol yoktur.
Muammer Parlar