İstiklâl Marşı Derneği İstanbul Şubesi’nde "İSTEMEZÜK"adlı panelin Reyhanlı'da gerçekleşmeyişi üzerine bir basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısı öncesinde İstanbul Şubesi’nin meselenin takipçisi olunacağını ifade eden bildirisi okundu:
“İstiklâl Marşı Derneği’nin 8 Haziran 2013 tarihinde, yani bugün Hatay Reyhanlı’da yapılacağını duyurduğu “İSTEMEZÜK!” adlı panel, daha evvelden gerekli resmi bildirimler yapılmış ve izinler alınmış olmasına rağmen, iki gün kala, İlçe Kaymakamlığının bir talimatı üzerine engellenmiştir. Panelimizi kamuoyuna ilan ederken şu ifadeleri kullanmıştık: 'Bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salmanın sünnet-i seniyyeden olduğunu bilerek; bugün terör manivelasıyla razı edilmeye çalışılan her şeye ve herkese hodri meydan!' Panelimizin yapılmaması hususundaki kararda Derneğimizle alakalı güvenlik endişesinin amil olduğu hususunda bilgi almış bulunmaktayız. İşin aslının ne olduğu meselesinin elbette takipçisi olacağız. Bu konuda gerekli resmi ve hukuki teşebbüsleri de başlatmış bulunmaktayız.”
Türkiye’yi gâvur aklına, Pax barışına ve PKK anayasasına sevk etmeye çalışanların İslâmî esaslar ve usuller dâhilinde cezalandırılmaları gerektiğinin vurgulandığı bildiride gündemdeki hadiselere de işaret edilerek “Yerinde yeller esen, yerinde tozlar dumanlar ve gazlar uçuşan Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilmesinin ardından geleceklere dikkat çekiyoruz. Yerinde yeller esen başka hangi yapılar inşa edilecek?” sorusu dile getirildi. İstanbul Şubesince, Taksim’de gayri İslâmî hayat tarzlarına saygı propagandası yapanların, Taksim’e cami yapmayı kiliseye komşu olma şartına bağlayanların, “Bu olaylar Arap ülkelerindeki olaylara değil, İngiltere’deki ve Amerika’daki olaylara benziyor” laflarıyla teselli bulanların ve “İstanbulsuz Avrupa eksik kalır” sözünü tekrarlayanların kerih görülmekte oldukları vurgulandı.
TÜRKİYE’NİN YOK OLMASI YÖNÜNDE TREN HAREKETE GEÇTİ
Bildirinin okunmasının ardından basın toplantısına geçildi. Genel Başkan İsmet Özel şunları söyledi:
“Bildiğiniz gibi, biraz önce gayet beliğ ve şatafatlı bildiride söylendiği gibi Reyhanlı'da yapmak istediğimiz toplantıya mani olundu. Biz de bu meseleyle ilgili hadiseleri eğer öğrenmek isteyen varsa onlara iletmek üzere bu toplantıyı düzenledik. Bu fevkalade mühim bir şey. Bizim hangi hadise içinde olduğumuzu anlamamız gerekiyor. İstiklâl Marşı Derneği'nin kuruluş gayesinin boşa çıkacağı, bu gayeye erişilemeyeceği şartların, bir bakıma tekemmül ettiği bir zamandayız. Bunu bilmemiz lazım. Türkiye'nin yok olması yönünde bir yere varmak isteyen tren harekete geçti. ‘Böyle bir tehlike başımıza gelir mi acaba?’ diye sorarak, bir bakıma ‘Olmasa bari’ diyerek işe başladık; ama oldu. Şu anda artık birileri sonuç almaya çalışıyorlar, tıpkı İran'da aldıkları, Arap Baharı'nda aldıkları sonuç gibi Türkiye'de de sonuç almaya dönük işleri bir yere getirdiler. Yani gerekli olan yere getirdiler. Ben İstiklâl Marşı Derneği kurulduğu zaman söylemiştim. Bizim Türkiye'nin başına gelecek şeylere mani olacak gücümüz yok. Çünkü herşey elden gittikten sonra yeniden nereden başlanabilir, kimlerle başlanabilir? Sorusunun cevabını almak istiyoruz. Böyle bir cevaba kavuşamadık. İstiklal Marşı Derneği'nde, Türkiye Cumhuriyeti haritadan silindikten sonra 'Biz hala bir şey devam ettirebileceğiz' diyen insanların ya da 'Biz bütün bunları arızi sayıyoruz. Esas olan bizim faaliyetimizdir.' diyen insanların kenetlenmesi vuku bulmadı. Ama böyle bir şeyin olmamış olması işten vazgeçtiğimiz manasına gelmez en azından ben bir şekilde vazgeçmiş değilim. Neden vazgeçmiş değilim? Mensup olduğum milletin adının da Türk Milleti olduğunu beyandan da vazgeçmiş değilim. Böyle bir şey olacak mı? Gerçekten bilmiyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nin teşkili harikulade bir şeydi. Dünya tarihinde görülmemiş bir şeydi. Ama bu benzersiz işin tamamen tasfiye edileceği hesabı yapılarak elde edilmiş bir sonuç ve bu hesap yıllar içinde işledi.”
“Bizim kim olduğumuz da çok önemli. Amerika Birleşik Devletleri Refah Partisi kanalıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne iki kadın soktu. Bunlardan bir tanesini başı açıktı, bir tanesinin başı örtülüydü. İkisi de Amerikan vatandaşı. Bugün Türkiye'de işte başı örtülü Amerikalı’yı savunan ve yaptığı işi de Müslümanlık sanan insanlar var. Bunlar, yani Türkiye'de şu anda yürürlükte olan faaliyet. Çok önceden hazırlığı tamamlanmış olan bir faaliyet. Türkiye'de yaşayan bir insan Taksim Gezi Parkı'nda toplanan insanların bütün ülke çapındaki ağırlığı konusunda net fikirlere sahip.”
“Biz Reyhanlı'da patlama olduktan sonra Ankara'da yapmayı düşündüğümüz toplantının yerini değiştirdik. Biz zaten bu toplantıyı yapacaktık, genel Merkezimiz olan Ankara'da ve neden yapacaktık? Çünkü Türkiye'nin bir belaya uğradığı fikrine sahibiz, ben sahibim en azından. Bu belayı defetmenin yolunu bulmak; derdimiz bu. İstiklâl Marşı Derneği'nin yeni kurulduğu zamanda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılma söylentileri vardı ve bu söylentilere karşı ben hepinizin bildiği gibi ‘AKP kapatılamaz, İstiklâl Harbi'nin mağlupları AKP'yi kapattırmaz' başlıklı bir yazı yazdım. Şu anda İstiklâl Harbi'nin mağlupları aktif bir şekilde Türkiye'yi yeniden şekillendiriyorlar. Ne oluyor? Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dünya Sistemi dediğimiz teşkilatın pürüz diye kabul ettiği bir varlık. Yani bir düşman değil, ama bir pürüz. Ve bu pürüzü defedecekler, yok edecekler. Yani heyecan verici bir nutuk atmamın imkân ve ihtimali yok.”
“Önümüzde 2015 yılı var Miladi olarak bu da Ermeni olaylarının 100. yıl dönümü 2015, 1915… Ve o yıl, Amerika Birleşik Devletleri’nin resmi ağzı Jenosidi kabul edecek mi, etmeyecek mi? Onu herkes merakla bekliyor. Büyük bir ihtimalle kabul edilecek ve işler yürüyecek ama Türkiye topraklarının yok olması, Türklerin elinden vatanlarının alınması sadece Ermenilerle alakalı değil. Yahudiler, Grekler, Kürtler kısmen… Bütün bunlar bundan istifade edecekler. Türk toprakları diye bir şey olmadığı zaman bunlar kazanmış olacak. Şu anda Türkiye'de ‘Tamam, ne yapalım? Kader buysa olur.’ diyen insanlar çoğunlukta ve bu yüzden de bu işler yürüyor. Sovyetler Birliği ortadan kalktı fakat Rusya ortadan kalkmadı. Çünkü Rusya büyürken, yani Moskova Knezliği Rusya haline gelirken takip edilen prensip terk edilmedi. Türkiye'nin vatanlaşması sadece Dar'ül İslâm haline gelmesiyle vuku bulduğu için ve İstiklâl Harbi de sadece gâvurların eline Türk topraklarının bırakılmaması fikri ve haberiyle vuku bulduğu için arada önemli bir fark var. Sovyetler Birliği ortadan kalktı, fakat Rusya var.”
TÜRKİYE’NİN İSLÂMİ BİR HEDEFİ YOKSA TÜRKİYE DE OLMAYACAK!
“Türkiye, varoluşunun sebebini ortadan kaldırarak var olamaz. Türkiye daha başında, İslâm toprağı olmakla vatan oldu. Daha sonra da İstiklâl Harbi sırasında gâvurların burada söz sahibi olmayacaklarının dünyaya gösterilmesiyle devlet haline geldi. Yani Türkiye İslâmî bir yapıyı hedeflemediği takdirde bu imkânı terk etmiş demektir. Böyle bir imkânı isteyerek reddetmiş demektir. Türkiye'nin önünde bir İslâmî hedef yoksa Türkiye bundan sonra İslâmî bir toplum olarak yeniden şekillenmeyecekse, yeniden teşkilatlanmayacaksa Türkiye olmayacak. Bunu herkesin netlikle bilmesi lazım. Bundan birilerinin de sevinç duyması da şaşırtıcı değil.”
“Gorbaçov, Sovyetler Birliği'ni yıkan işleri başlatırken ‘Öncülerin izindeyiz.' diyordu. Yani 'Sovyetler Birliği kurulurken öncülük yapan insanların hedeflerini biz de hedef olarak kabul ediyoruz.' diyordu. Bu söz gayrı samimi bir söz müydü? Hayır, çünkü Sovyetler Birliği bir uluslararası uzlaşmanın sonucu olarak doğmuştu ve bu yeni bir uzlaşmacı hareket olacaktı ve olmuştu nitekim. Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin, mühürlü bir trenle İsviçre'den o zaman Rus toprağı olan Finlandiya'ya götürüldü, Almanlar tarafından. Ve Almanlarla olan antlaşmasının sonucu olarak da Bolşevik İhtilali olur olmaz Brest-Litovsk Antlaşması yapıldı. Yani Lenin, Almanlara Doğu Cephesi’ni kapatma sözü vermişti. ‘Siz tek cephede savaşırsınız, ben ihtilalin başına geçersem’ diyerek. Dedikleri gibi de oldu. Troçki, yani Rus İhtilali'nin ikinci büyük ismi Kızılordu'nun ve Donanma’nın başında olan kişi Lenin'in fikrinde değildi. Ona göre Rusya'da İhtilal başarıldıktan sonra Almanya başta olmak üzere geri kalan Avrupa'nın işgali elde bir imkân olarak görülüyordu. Ama Lenin'in kesin talimatı, Troçki'nin, o antlaşmayı yürüten kişi olarak o doğu sınırını Ruslar için kapatmasına sebep oldu. Şimdi böyle şeyler Türkiye'de var mı?”
“Biz Reyhanlı'ya gidecektik. Reyhanlı, 1938'de Türkiye Cumhuriyeti sınırları içine girmiş olan İskenderun Sancağı'nın içinde bir yer. Böyle şeyler önemli. Hepsi yaşadığımız dünyanın kabul edilip edilmemesiyle alakalı. Biz İslâm'ın müessir olmadığı kâfirlerin İslâm'a karşı kazandıklarının Müslümanlar tarafında el üstünde tutulduğu bir dünyayı geçerli bir dünya sayıyorsak bir çıkış yolu bulmamızın imkânı yok. Onun için burada, hem Dernek içinde hem Türkiye'de hem de dünyada ne yapıp yapıp, İslâm varlığının söz dinleyen değil söz dinleten bir mevcudiyet temsil etmesini sağlamamız lazım. Bunun da ilk belirtisi, söz dinletebilmek için söz dinlemeyi reddetmek lazım. ‘Hayır, bizim böyle bir derdimiz yok. Dünya belli bir şekle gelmiş ve biz de bu yeni şartlara uyacağız başka çare yok. Sen de burada, görüyorsun, kameralar karşısında konuşma yapıyorsun, boş ver bu işleri’ deyip hayata devam etmek mümkün. Biz bir toplantı yapacaktık ve o toplantıyı yapamadık. Ama Konya'da yapacağız inşallah. Ama dediğim gibi tren harekete geçti ve trenden bahsediyoruz. Yani raylar üzerinde hareket eden. Gideceği yere kadar raylar döşendi zaten. Asıl mesele trenin harekete geçmesi. Bundan sonra treni ele geçirmenin bir faydası var mı, yok mu bilmiyorum.”
“1908 yılı Hareket Ordusu'nun faaliyete geçtiği, Rumeli'den İstanbul'a yürüdüğü zamanlar Osmanlı toprağında veyahut Türkiye'de -müteradif olarak kullanılan ifadeler bunlar- Yahudi Kurtuluş zamanı yani 'Jewish Emancipation' dediğimiz şey. Çeşitli ülkelerde çeşitli tarihler veriliyor. Mesela Fransa'daki Yahudi Kurtuluşunun Tarihi 1789, Türkiye'deki Yahudi Kurtuluş Tarihi de 1908. Lenin'in 'Devlet ve Devrim' kitabını açacak olursanız ilk sayfalarında Türklerin Milli Demokratik Devrimi olarak 1908 yazdığını görürsünüz. Yani Lenin bir Türk Tarihi uzmanı falan filan değil. Fakat Türklerin Milli Demokratik Devrimi'nin 1908'de geçekleştiği yazıyor, ''Devlet ve Devrim'' kitabında. Ve bazı şeylere dikkat etmemiz gerekiyor bir şeyleri manalandırabilmemiz için o tarihten itibaren Türkiye'de neler olduğunu bilmek lazım ve şu anda da 1908'in bizi nereye getirdiğini fark edebilmek lazım.”
“Sözlerimin insanlara neden ulaşamadığını biliyorum çünkü insanlar, Türkiye aleyhindeki programların bir parçası olarak yaşıyorlar. Bu çok hususi bir seçim olması gerekiyor, bu programların dışında yaşayabilmek için. İnsan bugün rızkını temin etmek için mutlaka kötü bir şey yapacak. Bundan şüphe yok. Hiçbiri, ben de, hiçbirimiz doğru bir şey yaparak rızkımızı temin etmiyoruz. Bir bakıma helal para kazanmıyoruz. Ama hesabımızı vermekte kolaylaştıracak olan şey bir gün helal para kazanılacak bir gelişmeye katkıda bulunup bulunmamakla alakalı. Bugün bunu yapmak mecburiyetindeyiz. Neyse o. Ve bu Müslümanların sözünün geçtiği bir ortamda olmadığı için helal olmasına imkân yok. Kur'an-ı Kerim'in boşuna nazil olduğunu iddia ederek yaşayamazsınız. Böyle bir ülke burası yani insanlara hep onu soruyorum. Ben öldükten sonra çocuklarım inşallah öyle yapacaklar. Pek öyle onlara bir servet bırakmayacağım ama en azından İslâmî feraize göre bir paylaşım olacak. Ama bu Türkiye'de olan bir şey değil. Türkiye'de insanların Müslüman kalıp kalmadıklarını buradan ölçebilirsiniz. İnsanlar bunu yaptıkları zaman Allah'a isyan ettiklerini düşünmüyorlar. Kur'an'da bariz bir şekilde öyle. Miras Kur'an'a göre böyle paylaşılır. Bunun inkârına imkân yok. İnsanlar böyle bir şey yapmıyorlar ve yapmadıkları halde Müslüman kaldıklarını sanıyorlar. Böyle bir şey olmaz yani. Allah'a yalancılık isnad ederek Müslüman olunmaz.”
Genel Başkan İsmet Özel Türkiye’de Türkiye lehine işlerin değil, Türkiye aleyhine işlerin desteklendiğine işaret ederek şunları söyledi:
“Türkiye'de Türkiye aleyhine faaliyet gösteren insanlar mahcup edilemiyor. Çünkü kim edecek? Türkiye aleyhine faaliyet göstermeyen insanlar mı var? Yani böyle bir şey bu. İşte geçende bizim 'Önce Vatan' deyişimiz dolayısıyla o sosyal medya denilen yerde hakaretamiz ifadeler çıkmış. Düşünün Türkiye'de ‘önce vatan’ diyemiyorsunuz artık ve dememek el üstünde tutuluyor! Türkiye'de resmi makamlara müracaat edemezsiniz. Türkiye için çalıştığınızda hiçbir resmi makam sizi korumayacaktır. Bilakis Türkiye aleyhine yaptığınız her iş koruma altındadır ve bunu da söylemekten çekinmiyorlar. ‘Artık yeni bir dünya’ diyorlar. Türkiye’nin adına, bu ülkeye Türkiye denilmesine itiraz edenler Türkiye'de iktidar sahibi. Papalığın, Dünya Kiliseler Birliği'nin merhametine kalmış olarak yaşıyor Türkiye'deki insanlar. Bunlardan bir tanesi Katolik bir tanesi Protestan teşkilatı. Türkiye'de Risale-i Nur talebeleri olarak kendini takdim eden insanların hepsi Papalığın desteğiyle hareket ediyorlar. Süleymancı diye bilinen insanların hepsi de Dünya Kiliseler Birliği’nin desteğiyle hareket ediyorlar. Ve bunların tabii ki teminatları var. Söylentiye göre mesela Celal Bayar'ın bile idamına mani olan Vatikan'dı. Basit dünyevi menfaatler gözetilerek de Türkiye'yi savunamazsınız. ‘Türkiye'de gâvur olalım ama hiç olmazsa bu memleketteki iktisadi zenginlikler bu memlekette yaşayanların istifadesine hasredilsin.’ Bu cümleyi söylediğiniz zaman da kötü insansınız yani. ‘Tamam, İslâm'dan vazgeçelim ama bu memlekette ne zenginlik varsa bu memlekette yaşayanların istifade ettiği bir şey olsun’ dediğiniz zaman da cezaya müstahak sayılır haldesiniz.”
“Gençliğimde Simon De Beauvoir'ın bir sözü beni çok tesir altında bırakmıştı hala o tesir altındayım. O cümleler şuydu ‘Mahpusun gardiyanı öldürüp kaçması kötü bir şeydir. Fakat kaçan mahpusun ulaşacak arkadaşları olmaması daha kötü bir şeydir.’ Onun için ben gardiyanın öldürülmesini teklif etmiyorum. Tabii ki Polyannacılık oynayabiliriz. ‘Türk Milleti bizi yalnız bırakmayacaktır’ gibi böyle bir laf söylesek, kendimizi güldürürüz başkalarına. Böyle bir şey yok. Türk Milleti diye bir şey olup olmadığını anlayacağız. Ben 1967 yılında böyle bir mısra yazdım. ‘Halksa kal'am onu kal'a kılan benim.’ Eğer biz bir şey yaparsak birileri de buna büyük ihtimalle müspet bir tepki verecek. Ama kim o? Ne yapılıyor yani?”
“Bu iş Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ile rotasına girmiş bir iş. Yani bu bir tevafuk, herhangi bir kör talih değil. 1917 yılı bizim Medine'yi terk ettiğimiz, Balfour Deklerasyonu'nun yayınlandığı ve Sovyet Devrimi’nin gerçekleştiği yıldır 1917. Acaba biz Medine'yi bırakmasak ne olurdu? Bunu düşünmek lazım. Şöyle diyebilirsiniz. ‘Mekke gitmiş Medine kalmış’ olur muydu bu? O da bir soru tabi. Müslüman olmadığımız için münafık olduğumuz için hatta kâfir olup, bilhassa İslâmî kisve altında dolaştığımız için bütün bunlar yürüyor. Dünyada Müslümanlar olsa bunlar olmaz bu hale gelinmez. Bu bir süreçti birçok şey yaşandı vesaire vesaire. Tamam, onları öğrenelim, bilelim neler olmuş neler olmamış. Türkiye'de yaşamak için yeni şartlar ileri sürecekler. Şimdi İran'da Mollaların tek başarısı İran'ı bir bütün olarak koruyabilmek oldu. Yani İran'da 1979 yılında General Motors Şirketi bir ihtilal yaptı. Bunun böyle olduğunu İmam Humeyni'de biliyordu. Humeyni, Tahran Havaalanı’na indiği zaman yabancı gazeteci ‘Ne hissediyorsunuz?’ diye soruyor. Aldığı cevap ‘Hiçbir şey!’ Yani Humeyni'de kimin elinde oyuncak olduğunu biliyordu. Zaten Gorbaçov'a ‘Aferin iyi işler yapıyorsun’ diyen de o salaktır. Bütün İslâm Âlemini utanç içinde bırakan Salman Rüşdi'ye ölüm fermanını veren de odur. Bizi istiskal eden bir şey o. Kâfirlerin İslâm’a küfretmeleri diye bir derdimiz olmaması lazım.”
“İnsanın ben kimim diye sorması lazım. Türkiye'de öyle şeyler yapılıyor ki bunlar kaldırılabilir, tahammül edilebilir şeyler değil. Ben bütün teselliyi bu işlerin aleyhinde bilgilenmekte buluyorum. Kendimi bir şekilde sarhoş ederek, ayık gezmeyerek tahammül ediyorum olan bitene. Çünkü bir an o hamrın tesirinden kurtulsan intihar etmen lazım. Ama birçokları ‘Bu işi büyütmeye gerek yok’ diyor. İşte televizyon ekranında Ahmet Turan Alkan yüzüme karşı söyledi. Bütün insanlara söyledi. Ben de dedi işte ‘Bir zamanlar işte memleketim falan diyordum. Aman ondan sonra dedim ki benden önce kimlerinmiş, benden sonra kimlerin olacak… Boş ver dedim.’ diyor. Adam bunu açıkça söylüyor. Bu en hafifi yani. Doğrudan doğruya altı ay sonra ne olacak diyen insanlar da var. Bunların büyük bir kısmı servet ve şöhret sahibi. Fakat hala tam kestiremedikleri bir şey var, ellerinde tutamadıkları bir şey olmalı ki çok atak davranmıyorlar yani. Mesela Odalar Birliği açıktan destekleyemiyor Gezi Parkı eylemcilerini. Hâlbuki bu işlerin bir yere getirilmesinde onlar en önde idi. Gerçi şöyle güzel bir tarif vardır. Sosyalist kime denir? Sosyalist, düşüncelerinin tabii sonucundan korkan komüniste denir. İsterseniz basın toplantısını interaktif hale getirelim yani görüyorsunuz benim halimi. Daha canlı bir konuşma haline getirebiliriz.”
Dinleyici: Olayların akışına baktığımız zaman acaba dünya sisteminin Türkiye'deki oyuncuları değiştirme girişimi olarak değerlendirilebilir mi? Mevcut iktidarı elinde bulunduranlar bu süreci yeterince hızlı yürütemiyorlar mı? Olan bitene biraz destek veriyorlar. Son günlerde biraz çatışma var.
“Tabii ki Suriye bir dönüm noktasıdır. Amerika Birleşik Devletleri, Suriye ile karşı karşıya gelmemeyi, dünyadaki imajı dolayısıyla Suriye ile doğrudan doğruya karşı karşıya gelmemeyi prensip edindi. Bunun için AKP'ye vazife verdi ‘Sen ben olarak hareket edeceksin burada.’ dedi. Ve bu yüzden Amerika İkinci Vietnamıyla karşılaştı. Amerika Suriye'deki iktidarı değiştiremedi. Türkiye Amerika olarak hareket etti. Anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri ‘Verdiğim şu küçücük işi bile beceremedin.’ ve bunları tabii ki emekliye ayırdı. Yani çoktan gözden çıkardı. Ama Amerika'nın, Pentagon'un, CIA'nın çok farklı planları var. Bunlardan bir tanesi Recep Tayyip Erdoğan'dan bir Saddam çıkarmak mesela. Bu devam ediyor. Ama başka şeyler de olabilir. Yeni bir isim çıkarmaya çalışmıyorlar. Zaten ellerindeki şeyle ne yapacaklarsa yapacaklar. Yani bir Recep Tayyip Erdoğan'ın Saddam rolüne geçtiğini düşünün bu sefer o Irak'ta Saddam'ın kaldığı gibi kalmayacak. O hadiseler ilerlediği zaman Markoslar gibi Amerika'ya taşınacak. Ondan sonra onun bıraktığı boşluk, onun artıklarıyla falan filan öbür planlar yürürlüğe girecek ve tabii ki mali bakımdan üstün pozisyonda olan partiyi vuracak. Düşünün, otuz senedir Türkiye sıcak para ile yürüyor. Hiç kimse parasını bu kadar riske atmaz. Bu doğrudan doğruya bir plandır. Şu anda Türkiye'nin üzerinde Ermeni Diasporası'nın parası, Grek Milli Sermayesi, Greklerin Kanada, Amerika ve Fransa'daki büyük sermayesi, Yahudilerin çok çeşitli şirketler yoluyla ellerinde tuttukları sermayeleri… Bunların arasında meseleler yürüyor. Problem, yeni durumda Türkiye'nin ne olacağı.”
“Türkiye, bugünkü Türkiye diyelim, ‘EX TURKEY’ kimin elinde ne kalacak yani? Mesela GAP dediğimiz şey bir İsrail-Ermenistan projesidir. Oradan elde edilecek ürünlerin pazarlanması Ermenilere bırakılmıştır. Ama oradaki sudan istifade İsrail'e bırakılmıştır. Bu bugünün meselesi değil. Daha GAP yapılmaya başladığı zaman başlayan bir şeydir. O günlerde, yani 70'li yılların sonunda ‘Madem GAP'ın olduğu alan Türkiye sınırları dışında kalacak, acaba hiç olmazsa bu sudan istifade edelim’ diye, Süleyman Demirel'in, pipe linelarla suyun Konya Ovası’na taşınması diye bir planı var.”
Dinleyici: Şu anda aktif hale geldi.
“Demek ki oranın Türkiye dışında kalması da daha realize halde. Birinci Dünya Savaşı çıkmadan önce Avusturya Birleşik Devletleri tasarısı vardı Arşidük Ferdinand'ın. Arşidük Ferdinand’ın devlet dairelerine asılacak fotografları bile hazırmış. İmparator olmak üzere adam. İmparator olur olmaz onun planları da tamamen hazır. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içindeki bütün unsurların birer devlet olarak adlandırıldığı bir Avusturya Birleşik Devletleri... Amerika Birleşik Devletleri gibi Avusturya Birleşik Devletleri kurmaya niyetlendi. Bütün unsurların yapacağı tercih şu Avusturya'da 'Avusturya Birleşik Devletleri' içinde kalıp güçlü bir organizasyonun parçası mı olmak veyahut kendi başının çaresine bakan bir bağımsız bir ülke mi olmak? Avusturya'yı yıkacak olanlar öbürlerine ‘Onları boş verin kendi ülkeniz olacak’ deyip sundular. Yani Çeklerin, Slovakların Birinci Dünya Savaşı sonunda bir ülkeleri oldu. Hâlbuki Macarlar zaten Avusturya-Macaristan diye İmparatorluğun adını değiştirmişlerdi. Böyle şeyler halen yürürlükte. Dediğim gibi İran Şahı devrildikten sonra önlerindeki en büyük engel kalktı. Ondan sonra birer birer yapıyorlar. Şu anda zaten Türkiye’de iktidara kendi getirdikleri adamlar var. Onlarla istedikleri gibi oynuyorlar. Amerika'nın taleplerine hayır diyen bir siyasi unsur yok Türkiye’de.”
8 Haziran 2013, İstanbul