Sakarya Temsilciliğimiz 3 Kasım Cumartesi günü açıldı.
Derneğimizin Sakarya Temsilcisi Fikret Demir'in yaptığı basın açıklamasının ardından Genel Başkanımız Durmuş Küçükşakalak ve Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel birer konuşma yaptı.
Basın Bildirisi:
İstiklâl Marşı Derneği Sakarya Temsilciliği Açılışına Hoş Geldiniz
Türkün mevcûdiyet ve istiklâlinin muhteva ve mefhumunun yâre ve ağyâre bir kere daha gösterilmesi zarûreti Türk Milletine Merhum Türk şairi Mehmet Akif’in kaleminden İstiklâl Marşı'nı yazdırmıştır. Sakarya Meydan Muharebesinde Türklerin İstiklâl Marşı ile ettiği bu dua müstecâb olmuş, Hakkın vadi doğmuş / tahakkuk etmiş ve Allah (celle celaluhu) Türklere Türkeli’nde Kur’an devletini teşkil etme imkânı vermiştir. Bu teşkilatın dini, Din-i Mübin-i İslam’dır ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İslam Hukuku’nun/Şeriat’ın tenfizinden / tatbikinden mesuldür. Bu minval üzere açılan Büyük Millet Meclisi’nin açılışından sekiz gün sonra ele aldığı kanun meni müskirat/içki yasağı kanunudur.
Cephede kazanılan bu galibiyet ve yok olma korkusu atlatıldıktan sonra İstiklâl Marşı, güftesine ihanet eden bir beste ile devletin resmi törenlerinde şeklen tekrar ettirilen, devletin resmi kurumlarına asılan süs eşyası konumuna indirilerek, İstiklâl Marşı’nın bizim içtimai hayatımızı izah eden ve yön veren vasfı hiç kabul edilmemiş hatta bunun da ötesine geçilerek İstiklâl Marşı'nın tavsif ettiği fikri dünyanın aleyhine onlarca cürüm işlenmiş ve halen işlenmeye devam etmektedir.
İstiklâl Marşımız Türk’ün istiklâlinin İslâm’ın istiklâlinden ayrılmadığının ve asla ayrılmayacağının en sarih beyandır. İstiklâl Marşı’nın öncelik ve öncülük ettiği İstiklâl Harbi, İslam’ın hâlâ küfre karşı bir tavır ortaya koyabileceğini bütün dünyaya göstermiştir.
Ne etnisite olarak bir kavme mensup olmakla ne de kültürel vasıfları itibariyle bir insanın Türk olması mümkün değildir. Türklüğün en mümeyyiz vasfı tarih boyunca kâfirle çatışmayı göze alan Müslüman olmasında mahfuzdur. Kâfirle çatışmayı göze alan Müslüman’ın, yani Türk’ün İslâm’ın kılıcı olarak tarih sahnesine çıkışı iki harikulâde hadiseyle vuku bulmuştur. Bunların ilki Malazgirt zaferinden sonra bu topraklara yapılan Haçlı Seferleri’nin akim kılınması ikincisi ise Küçük Asya denilen bu toprakları Dâru-l İslam kılarak vatanlaştırmasıdır.
İslâm’ın mümessili olan Türk’ün bu tarihi rolünü/temsiliyyetini ifa edebilmesi dünyaları alsa dahi asla vermeyeceği Türkeli’nin istiklâliyyetine merbuttur. Türklerin, Türkeli dışında bir anavatanı olduğu vehmini sayıklayanlar İstiklâl Harbinde mağlub olan ve bu vatanda bir Yunanistan, bir Pontus; bir Ermenistan ve bir Kürdistan kurulamamış olmasının yarasını taşıyanlardır.
İstiklâl Marşı Derneği'nin, bu toprağın altında kefensiz yatan şüheda ahfadına daveti: “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli / Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” diyen İstiklâl Marşı’nın hayatımızın yön verici metni olmasıdır. Ancak bu sayede Hakka tapan Türk Milleti, mabedine değen namahrem elin istiskalinden kurtulacak ve ezelden beri âşina olduğu İstiklâline kavuşacaktır.
Durmuş Küçükşakalak: Selâmün aleyküm,
Fikret Hoca'nın basın bildirisini okurken kafamda canlanan bazı şeyleri birkaç cümle ile aktararak basın toplantısını bitirelim. İstiklâl Marşı’nı biz başından beri bir dua olarak kabul ediyoruz. En temelde, en tabanda bu metin Türk milletinin yapmış olduğu bir duadır. Her şey buradan başlamıştır. Bu şekilde kabul ediyoruz. Türk milletinin ne olduğunu biz İstiklâl Marşı’ndan öğreniyoruz. Türk milleti dediğimizde iki unsurdan oluşuyor; İstiklâl Marşı’nda Türk milletinin iki unsurdan oluştuğu söyleniyor. O kahraman ırkın iki unsurdan müteşekkil olduğu söyleniyor. Birincisi şehitler, ikincisi şehit oğulları; Türk milletinin üçüncü bir unsuru yok. Arkamızda Misak-ı Milli haritası var ve altında “Bu vatan kimin?” yazıyor. Orhan Şaik Gökyay’ın bu isimde bir şiiri var. O şiirde sorunun cevabını şöyle veriyor:
Yani şühedanındır. Daha sonraki mısralarında sorunun cevabı olarak şehit oğullarından da bahseder. Bu vatan kimin dediğimizde, bu vatan o iki unsurlu milletin; Türk milletinindir. Türk milleti bu iki unsurdan oluşur. Üçüncü bir unsuru yoktur. İstiklâl Marşı’ndan biz bunu öğreniyoruz. Türk milletinin ne olduğunu öğreniyoruz. Yine Türk milleti, öyle Anayasa’da kendine yer bulan tanımıyla; işte “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese Türk denir” değildir. Din, dil (dil var mıydı?), mezhep… ayrımı gözetmeksizin vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese Türk denir, diye bir madde var. Ama İstiklâl Marşı’nda bir ırktan bahsediyor: Kahraman ırktan. Bu ırk hiçbir zaman etnik manada bir ırk olarak anlaşılmış bir şey değildir. Hele İstiklâl Marşı’nın yazıldığı vakitte bu ırk bir karakter türdeşliğini anlatıyordu ve nasıl karakter türdeşi olabileceğimizi de yine İstiklâl Marşı’na bakarak öğrenebiliyoruz. Yani o Türk milletinin bir ırktan oluştuğunu İstiklâl Marşı’ndan öğreniyoruz. Şehitler bir ırk olmak kendilerine nasip olmuş insanlardır. Çünkü aynı şey uğruna ölmüşlerdir. Yani bunların DNA yapıları falan filan hiç önemli değildir. Ne uğruna öldükleri önemlidir. Onları bir ırk yapan, şehitleri ve şehit oğullarını, şehitlerin intikamını almak için yaşayan oğullarını bir ırk yapan, aynı karaktere büründüren, aynı şey uğruna ölmeyi göze alabilmeleri, göze almış olmalarıdır.
Şimdi, İstiklâl Marşı bir duadır. Dua ile dava aynı köktendir. Yani dua dediğimizde işte insan elinden geleni yapar, bakar ki iş olmuyor ellerini açar… bu değildir. Ve dua ikiye ayrılmaz. Bizim kafamıza hep bunu sokarlar. İşte dua, bir fiilî dua vardır, bir de kavlî dua vardır. İşte tamam kavli dua yapacaksın da fiili duayla da bunu destekleyeceksin falan… bu iş saçmalıktır. Dua kelimelerle yapılır. Kelimeler olmasa bile bu kişinin gönlünde olup biten bir şeydir. Gönlündeki dile dökülür veya dökülmez. Yani dua bir tiyatro değildir. Ezbere okunan bir şey değildir. Allah duaları kabul eder. İnsanın gönlünden bir şey kopar, dilinden dökülür ve o artık elindedir. Yani biz ekmek için dua ediyorsak bir ekmek davamız olur. Dua bir dava doğurur. Dökeceğimiz, susadığımız bir kanın davasını güdüyorsak, bir kan davamız olur. Bunun için dua ettiysek, bir kan davamız olur. Ama İstiklâl Marşı Derneği bir istiklâl davası güdüyor. Bunun da mihverini, merkezini, menşeini İstiklâl Marşı oluşturuyor. İstiklâl Marşı davası diye bir dava İsmet Bey'le var oldu bu ülkede. İstiklâl Marşı yazıldı, kaç yıl; doksan yedi yıl oldu. Yazıldıktan sonra hemen rafa kaldırıldı, donduruldu diyoruz. Fikret Hoca süs eşyası olarak kullanıldı, dedi basın bildirisinde. Resmiyetin soğukluğuna maruz kalmış, sadece resmi törenlerde okunan bir marş olarak gelmiş bugüne. İsmet Bey, İstiklâl Marşı ideolojisine dikkat çekinceye kadar bu ülkede İstiklâl Marşı kimsenin dikkatini çekmiş değildi. İstiklâl davası, İstiklâl Marşı davasıdır. İstiklâl Marşı’nın yazıldığı sırada mevcut şartlarla bugünkü şartları kıyasladığımızda, bugün çok daha berbat şartlar altında yaşadığımızı aklımıza çakmamız lazım. Çünkü o zaman en azından İstiklâl Marşı’nın ithaf edildiği bir ordu vardı. Hiçbir şey yok, ama subayları görev başında olan, İstiklâl Marşı’nın ithaf edildiği bir ordu vardı. Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına acaba bir şey kaldı mı? Türk Milletinin çıkarlarını kollayan, Türk Milletini gözeten, ona göre bir şeyler yapan hiçbir resmi kurumdan bahsedemeyiz. Türk Milleti var mı, yok mu? Gâvurların merakı da bu sadece. Yani devlet çoktan ellerinde, her bakımdan ellerinde, ama ortada bir Türk Milleti var mı, yok mu? Bundan emin değiller. Bunun yoklamasını yapıyorlar. İşin neticesi tamamen bizim bir millet olup olmadığımızla, dua edip edemediğimize göre şekillenecek bir şey, yakın bir gelecekte. Bu bir basın toplantısı, daha fazla meşgul etmeyeyim. Basın mensubu varsa, soruları varsa, sorularına cevap vermeye çalışalım.
İsmet Özel: Anlaşılan yok. Yani neden bu böyle oluyor? Neden aslında bütün gözlerini, bütün kulaklarını bizim ne yaptığımıza çevirdikleri halde hiçbir şey göstermiyorlar? Çünkü gavurca adı conspiration du silence denen bir şey vardır. Buna bazıları Türkçe “susuş kumkuması” diye tercüme ederler. Yani görmezden gelerek tehlikeyi atlatmak yani. Hiç şüphesiz kâfirlerin bütün dünyada en korktukları şey İstiklâl Marşı Derneği’dir. Yani İstiklâl Marşı Derneği imanla küfür arasındaki çizgi üzerindedir. Başka bir yerde değildir.
Basın bildirisindeki bir hususu dikkate arz etmek istiyorum. O da, iki şey söz konusu edildiğini söylüyor basın bildirisi: Türkiye’nin vatanlaştırılması yahut Türk topraklarının doğması, bir de Haçlı seferleri. Orda bir takdim tehir...
Fikret Demir: Haçlı Seferleri, evet. Haçlı Seferleri'nin defedilerek.
İsmet Özel: Önce Haçlı seferlerinin başarısızlığa uğraması. Yani sekiz Haçlı Seferi var. Ama Katolik Kilisesi'nin... -Ben İstiklâl Marşı Derneği kurulduğundan beri buna dikkat çekmek istiyorum; ama yani neden işte bu basın toplantısı olduğu halde basından bir soru gelmiyor bize? Çünkü işin aslı bir yerlerde başka türlü dönüp dolaşıyor. Şimdi Haçlı Seferleri bütün dünyada söz konusu olan sekiz sefer olarak biliniyor. Birinci, ikinci, üçüncü diye hepsi anlatılır.- Ama Katolik Kilisesi üç istikamette haçlı seferi yapmıştır. İlki Müslümanlığı fark edilmeyen Hıristiyanlar üzerinedir. Yani Katolik Kilisesi Müslümanlığı fark edilmeyen Hıristiyanlar üzerine Haçlı Seferi yapmıştır. Yani ilk Haçlı Seferleri batıya doğrudur. Bogomillerin Avrupa’da aldıkları şekil, Katarlar, onlar üzerine Haçlı Seferi yapılmıştır. Bu insanlar Hıristiyan sayıyorlardı kendilerini ama Katolik Kilisesi'nin kiliselerine rağbet etmiyorlardı. Şarap içmiyorlardı, domuz eti yemiyorlardı, altına el sürmüyorlardı. Yani mecburen alışveriş için altına dokunuyorlardı, o kadar. Bu insanların üzerine Katolik Kilisesi Haçlı Seferleri yaptı. Bir keresinde Papa’ya diyorlar ki: “Ama aralarında çok samimi Hıristiyanlar var.” Papa’nın verdiği cevap şu: “Hepsini öldürün. Tanrı kendininkileri seçecektir.” Anlatabiliyor muyum? Bu bir. İkincisi kuzeye doğru, yani İskandinavya ve mücavir alanı içinde gene Katolik Kilisesi ile başı hoş olmayan ve gene Kilise'nin suistimali, istismarı yüzünden oraya cephe almış olan ve Hıristiyan da olmayan, kendi mahalli inançlarına bağlı olan insanlar üzerine Haçlı Seferleri yapılmıştır. Bizim üzerimize yapılan Haçlı Seferi aslında bütün dünyada böyle bilinmesi istenir: Müslümanlara karşı. Değil, Türklere karşıdır. Hıristiyan takvimine göre 1071 Malazgirt Savaşı'dır, Birinci Haçlı Seferi 1095’tir. Anlatabiliyor muyum? Malazgirt Savaşı'nın sonuçları asıl Katolik Kilisesi'ni harekete geçirmiştir. Ve bunlar, Haçlılar yola çıkarken mesela yollarının üzerindeki Katolik olmayan Hıristiyanları ve Yahudileri de öldürdüler. Yani Haçlı Seferleri sırasında Yahudiler çok zarar gördü, yani. Bu önemli bir şey, yani biz Avrupalıları iklim bakımından namüsait, toprak bakımından verimsiz bir sahaya Türkler olarak icbar ettiğimiz için bu iş bir şekil almaya başladı. Hangi iş? Modernlik dediğimiz şey. Yani İstanbul’un fethini tarih kitapları Orta Çağ'ın sonu, Yeni Çağ'ın başlangıcı olarak ilan ediyorlar, değil mi? Bu da gene Hıristiyan takvimine göre 15nci asrın ortası, 1453. Biz daha şu anda 1440 senesindeyiz, biz daha gelmedik. Anlatabiliyor muyum? Biz daha oraya gelmedik yani, Müslümanlar olarak yani. Onlar Yeni Çağ'larından bahsediyorlar, biz daha onların zamanına gelmedik yani. Bunları düşünmemiz lazım eğer Müslümansak. "Aslında kâfirler voliyi vurdu. Zaman onların zamanıdır. Bizim yapacağımız şey, şartlara intibak, bundan ibarettir" diye düşünen insanlar kendilerini Müslüman sanmasın. Bize de kendilerini Müslüman diye yutturmasınlar. Yani biz iki kere vatan sahibi olduk. Birincisi Hıristiyan 13ncü asırda. Yani bakın, zamanı hesaba katın. 1071 demek 11nci asır demek. Ben ne diyorum? 13ncü asırda vatan sahibi olduk. Demek ki bir tekevvün, bir tekâmül bahis konusu. Yani öyle boyacı küpü gibi daldır çıkar vatan sahibi olunmadı. Bir şey oldu. Yani bizim Gaza Beyliklerimiz İslâm kültürünün tecessümüne imkân veren bir hayat alanı ortaya çıkardılar. Bu alanı istismar ve suistimal edenler başka bir yol tuttular. Bu da gene Hıristiyan takvimine göre 1922 yılına kadar devam etti, yani onların tuttukları yol. Gaza Beylikleri esastır. Gaza Beylikleri bizim dünyanın en seçkin Müslüman, Türklerin, yani biz dediğim Türklerin dünyanın en seçkin Müslümanları olduğunun senedidir. Yani böyle bir senet doğdu Gaza Beylikleri ile. Dünyanın en makbul Müslümanları Türklerdir. Öbürleri de Müslümandır ama makbul değillerdir. Çünkü Türkler küfür âlemini geri adım atmaya icbar etmiş insanlardır. Bizim Türkler olarak bütün İslam âleminde hususi bir yerimiz vardır. Bunu eğer Türklerin yaşamadığı yerleri gezenleriniz varsa bizzat kendileri rastlamışlardır. Orada bir Türk varsa onu mutlaka imam yaparlar. Yaşayanlar var bunları. Yani Endonezya’ya gittiniz, Türk olmanız hemen sizi imam yerine sürükler. Türk’sün sen, daha kimin arkasında namaz kılacağız, yani? Bütün Avrupa ihtida eden insanlara “Türk oldu” demiştir, yüzyıllar boyunca. Hiçbir zaman “Müslüman oldu” denmemişlerdir, “O Türk oldu artık.” Yani adam Fransız, Alman, İtalyan, İspanyol ihtida ettiği zaman Türk oldu dediler, Türk oldu bu, “Müslüman oldu” denmedi hiçbir zaman. Biz bu milletiz. Yani dini ile milliyetini bir ifadede birleştiren bütün yerküre üzerinde iki unsur var: birisi Türkler, diğeri Yahudiler. Yani “Yahudi'yim” dediğin zaman dinini ve milletinin söylemiş oluyorsun. “Türküm” dediğin zaman da dinini ve milliyetini belli etmiş oluyorsun. Türküm ama Katolik’im, nah! Kim yer bunu? Yani öyle şey yoktur yani. Öyle bir şey olmamıştır. İşte Allah razı olsun Genel Başkanımız bir konuşmasında bize Hıristiyan Türk olarak yutturulmak istenen Gagavuzların Keykavus’un mürtetleri olduğunu izah etti. Diğerinin de yani “Yahudi Türk olur, bakınız Hazarlar” dendiğinde de onun aslında diaspora sırasında doğuya doğru hareket etmiş olan Yahudiler olduğunu, Türk mürk olmadıklarını… Filistin’in adını da Romalılar koydu. Yani orası Yeruşalim, Darüsselam, Jerusalem olarak bilinen bir yerdi. Ama kocaman bir Roma İmparatorluğu var değil mi? Bir şehirden bir İmparatorluk çıkmış. Her tarafa doğru devlet ilerlemiş, genişlemiş. Rotterdam’da bir şiir festivaline beni davet ettikleri zaman o festivalin ana teması Akdeniz idi. Ben de davet edildiğim haberini aldığım zaman madem festivalin teması Akdeniz’dir, benim de “Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi” diye bir şiirim var dedim. Onlar da hemen bayılarak bunu “Tamam, onu oku” dediler. Festival açılırken Akdeniz üzerine şiir yazmış birkaç, dünyadan şair şiirlerini okudu. Yani biz bunları okuduk, sonra festivaldeki şiirlerimizi okuduk. Yani önce bir Akdeniz üzerine şiir yazmış olan şairler şiirlerini okudu festivalde. Sıra bana geldiği zaman mikrofondan onlara dedim ki: Siz dedim, bu bizim Akdeniz dediğimiz denize İngilizce mediterranean, Fransızca méditerranée, Almanca Mittelmeer diyorsunuz. Ne demek méditerranée? Toprakların ortası demek. Méditerranée; terre, la terre. Mediterranean, toprakların ortası. Hangi toprakların ortası? Bütün Roma İmparatorluğu Akdeniz’in etrafını çevirmiş. İmparatorluğun ortasında kalan su: méditerranée. Almancası tam Mittelmeer orta deniz olarak söylüyor. Siz böyle diyorsunuz çünkü gâvursunuz demedim onlara. Biz dedim, biz dedim Akdeniz deriz. Yani White Sea. Çünkü medeniyetin doğduğu yerde yani Mezopotamya’da... Mesopotamia, Yunanca ne demek?
Dinleyici: İki nehir arası.
İsmet Özel: Evet. Mesopotamia. Potamus. Hippopotamus denizaygırı demek. Burada kuzeydeki denize Karadeniz demişler. Neden? Çünkü yönler renklerle ifade ediliyor. Kara, kuzey. Güneydeki denize Kızıldeniz demişler. Neden? Çünkü kızıl, güney demek. Doğudaki denize Sarı Deniz demişler. Çin’in doğusu, gidiyorsun gidiyorsun, deniz çıkıyor karşına. Doğuya gidiyorsun gidiyorsun, ne kadar doğuya gidiyorsun? Karşına deniz çıkıyor. Sarı Deniz, doğudaki deniz. Peki Sarı Deniz'in ötesinde ne var? Yaban eller var. Yaban ne demek? Arapça, Arapça yaban ne demek? Japon. Japon demek için Arapça ne dersin?
Dinleyici: Yaban.
İsmet Özel: He işte. Sen bunu Türkçe kelime sanıyorsun “Yabani”, anlatabiliyor muyum? Yabani, Sarı Deniz'in ötesindesin artık. Doğudan da doğudasın, yabanisin yani. Medeniyetin doğduğu yerin batısında kalan suya da biz Akdeniz demişiz. Ama onlar gavur oldukları için oraya orta deniz diyorlar. Yani, biz Türkler olarak kendimize bir vatan edindiğimizde onların dünyalarını yıktık. Türkler vatan sahibi olmakla Türk olmayanlar hüsrana uğradı. Türkler vatan sahibi olunca Türk olmayanlar hüsrana uğradı, bütün Türk olmayanlar; kim olursa olsun. İstiklâl Marşı Derneği bu şerefi tebarüz ettiriyor, bu kadar. Biz Türk’üz, onlar hüsrana uğramış insanlar, yazık. Onları hüsrana uğrattığımız için hiç pişman değiliz. Yazık onlara. Yani çünkü şu anda içinden gavur olup da dışından Türk ya da Müslüman görünen insanlar onlara acıyorlar. Ve bu alçaklar diyorlar ki ben sadece Müslümanların lehine bir şey yapmıyorum, ben bütün insanların lehine iş yapıyorum diyorlar. Ben bütün insanların faydasını gözetiyorum, diyorlar. Bütün insanların faydasını gözetiyorsan İslâm’la savaş halindesin demektir. Çünkü biz, Allah bizi gayr-i müslimleri zor durumda bırakmamız için yarattı. Bizim var olmamızın tek sebebi bu. Gayr-i müslimler bu dünyada rahat edemesin. Yani biz, yani hadisle sabit, yani dünyada zaten rahat yoktur. Öyle mi? Ama biz, biz zaten rahat aramıyoruz. Ama onlar rahat etmesin. Yani gavurlar niye rahat edecekmiş? Ben rahat aramıyorum zaten. Hani benim derdim rahat değil. Ama niye karşımda burnunu karıştırıp, kıçını kaşıyacak bir adam? Yani buna razı değiliz biz. Onun için, onun için Müslümanız. Başka bir sebeple değil! Türklüğümüz de bu yüzden üzerimizden atamayacağımız bir şeydir Müslümansak eğer. Bütün dünyada bütün Müslümanlara gidin bakın, dinine sadıksa "Sen de nihayet bir Türk’sün değil mi?" "Tabii ki." diyecektir. Bütün Müslümanlar. Dünyadaki bütün Müslümanlar. Afrikalılar, Endonezyalılar falan filan, “Sonunda sen de Türk değil misin?” dediğin zaman “Tabi tabi” diyecekler. Arap dünyasında çocuğuna “Türk” ismi veren, sayısını bilmiyorum, dünya kadar insan var yani. “Türk” çocuğun ismi, Türkî, yani. Çünkü biliyor neyin ne olduğunu, doğan çocuğuna “Türk” ismini veriyor. Yani ben bu sözleri söylemekten utanıyorum. Çünkü ben niçin bunları söyleyeyim? Bunlar sizin zaten içinizde olan şeyler olması lazım. Ben bunları niye size söyleyeyim? Sizi niye bir şeye ikna etmeye çalışayım? Niçin bir şeye inandırmaya çalışayım? İnanmıyorsanız canınız cehenneme! Yani canınız cehenneme! Ben size kendimi beğendirmek mecburiyetinde değilim. Beğenmeyin. O kadar.
Durmuş Küçükşakalak: Basın toplantısı hitama ermiştir. Teşekkür ederiz.
3 Kasım Cumartesi, Sakarya