Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in 19 Aralık'ta SKY Türk 360 Televizyonunda konuk olduğu "Şimdi Söz Sizde" programının tam metnidir. *** Hilmi Hacaloğlu: Efendim hoş geldiniz İsmet Özel: Hoş bulduk Hilmi Bey. H.H.: Kısa bir VTR’miz vardı. Sizi biraz anlamaya ve anlatmaya çalıştık ama en doğru cümleleri elbette siz kuracaksınız. Öncelikle siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? İsmet Özel: Ben bunu bir şiirimin adıyla tespit ettim sayılır. Ben “Arap Komserin Oğlu”yum. Benim babam 1955 yılında başkomiserlikten Kastamonu’da emekli oldu. Ben de o yıl ilkokulu bitirdim. Kastamonu’da Abdülhak Hamid İlkokulu’nu bitirdim. Böyle bir tevafuk var hayatımızda. Bir şairin adını taşıyan bir ilkolkuldan mezunum ben. Aslında hiçbir şeyin hayatımızda rastgele olmadığı görüşü benim aynı zamanda itikadımdır. Biz hepimiz, dünyadaki bütün yaratıklar belli bir kaderle… H.H.: Alın yazısıyla doğuyoruz… İsmet Özel: Tabii ki. Bütün mesele kendimizin kaderimize girip girmediğimizle alakalı bir şey. Biz bize verilene sadakat gösteriyor muyuz, bize verilene nankörlük mü gösteriyoruz. Bütün mesele bu. H.H.: Siz size verilene sadakat gösterdiniz mi? İsmet Özel: Göstermeye çalıştım başından beri. İlk mektep çağlarımdan beri. Bana bahşedilen, bana lütfedilen… H.H.: Neydi size lütfedilen, bahşedilen şey? İsmet Özel: Türk olmak. H.H.: Bunu ne zaman fark ettiniz peki? Türk olmanın size bahşedilen önemli bir şey olduğunu? İsmet Özel: Başından beri. Aklım ermeye başladığından beri Türk olmanın büyük bir kazanç olduğunu bilerek yaşadım. Hep öyle gitti. H.H.: Peki İngiliz olmak, Kürt olmak, Ermeni olmak, Yahudi olmak Fransız olmak da bahşedilen bir şey midir ve Türk olmakla bunlar arasında bir mertebe farkı var mıdır? İsmet Özel: Tabii vardır. Allah Türkleri diğer milletlerden üstün yaratılmıştır mesela. Bu bazılarına küçümsenecek bir cümle gibi görünebilir. Ama dünya tarihinin kendimize ne öğrettiğini hesaba katılarak göz önüne aldığımızda Türk olmanın önemini fark edebiliriz. H.H.: Örneğin? Nasıl açıklıyorsunuz bunu? Atilla’yla mı açıklıyorsunuz? Mete Han’la mı açıklıyorsunuz? Yoksa Alparslan’la mı? İsmet Özel: Hayır. Bu doğrudan doğruya İslâmiyet’le alakalı bir şeydir. Resul-ü Ekrem’in Mescid-i Dırar’a girmemesi ve sonunda o mescidi yıktırmasıyla Türklük başlamıştır. Benim, siz de duymuşsunuzdur herhalde, Türk tarifim şudur: Kâfirle çatışmayı göze alan Müslüman’a Türk denir. Bu manada da modern çağda insanların önünde Türk olmak ya da Amerikalı olmak gibi bir ikilem vardır. İnsanlar bu ikisinden birini seçmek zorundadırlar. Artık bilhassa Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra millet meselesi bir çeşitlilikten arınmıştır. Ortada “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”a karşı duranlarla o medeniyete hizmet edenler arasında bir fark vardır. H.H.: Kemalistler de tam bunu söylemiyorlar mı? İsmet Özel: Ne diyorlar? H.H.: Onlar da antiemperyalist bir Kurtuluş Savaşı verildiğini ve bunun başkomutanının Mustafa Kemal olduğunu ve bu savaşın sonucunda dünyada ilk kez bir halk emperyalizme karşı, -o tezde- İngiliz emperyalizmine ya da o sırada ülkeyi kim işgal etmişse ona karşı direnildiğini söyleyerek bunu kutsuyorlar. Bununla paralel mi düşünüyorsunuz? İsmet Özel: Hayır. Asla. Bu söylenenlerin hiçbiri gerçeklerle uyuşmaz. Türkiye bir İslâm Devleti olarak doğmuştur. Bunu saklamak üzere birçok yalan uydurulabilir. 1923 yılının 29 Ekim’inde ilan edilen Cumhuriyet bir İslâm Cumhuriyeti’ydi. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’muzun ikinci maddesi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dini Din-i İslâm’dır” şeklinde değiştirildi. 1923’te oldu bu, 1921 Anayasası üzerinde yapılan değişiklikle. Demek istediğim, eğer birileri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir İslâm Devleti olarak ortaya çıktığını inkâr için birtakım safsatalar peşindeyseler bunun benim görüşlerimle bir alakası yok. H.H.: Peki. Türkiye Cumhuriyeti bir İslâm Devleti olarak kuruldu. Ama sonra bundan vazgeçilmiş mi oldu? Orada konjonktürel olarak mı, bu toplumun desteğini almak, meşru bir şekilde kendini tanımlamak için mi bu “Din-i İslâm” kabul edildi? Yoksa yolda giderken dünyayla entegre olmak ya da kendini başka bir zeminde meşrulaştırmak için mi bundan vazgeçildi? Bunu nasıl izah ediyorsunuz? İsmet Özel: 1918 yılında dünya ölçüsünde İslâm bir siyasi organizasyon ve bir askeri güç olarak ortadan kaldırıldı. H.H.: Osmanlı’nın savaşı kaybetmesiyle İslâm bir siyasi organizasyon ve bir askeri güç olarak yok oldu diyorsunuz. İsmet Özel: Ortadan kaldırıldı tabii. Biz 1916’da Mekke’yi terk etmek zorunda kaldık, 1917 yılında ise Medine’yi terk etmek zorunda kaldık. Türkiye’de İstiklâl Harbi sonunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti bizim İslâm ümmeti olarak ikinci hicretimizdir. Birinci hicretimizde biz Mekke’den Medine’ye hicret ederek Mekke’nin fethinin hazırlıklarını yaptık. Bu ikinci hicretimizde hem Mekke’den, hem Medine’den olduk. Dolayısıyla normal şartlarda Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün hayatı Mekke ve Medine’nin yeniden birer İslâm beldesi olmasını sağlamaya dönük olmalıydı. Böyle olmadı. “Böyle olmadı; yaptırmadılar.” diyebilir insanlar. Sabahattin Ali’nin bu konuda çok güzel bir benzetmesi var. Diyor ki “Türkiye’nin bir türlü yerine getirmesi gereken işleri yapamayışını ülkeye dışarıdan yapılan baskılarla açıklayanlar var. Türkiye hiç elini kolunu kıpırdatamıyor, bir türlü yapması gereken şeyi yerine getiremiyor çünkü yaptırmıyorlar ona” H.H.: Bugün de aynı şeyler söyleniyor aslında. İsmet Özel: Bu, karısının aşüfteliğini etrafta çok fazla zampara olmasıyla açıklayan adama benzer. “Kadın ne yapsın? Bütün zamparalar ortalıkta.” O da mecburen onlara cevap verecek manasında. Bugün de bu söyleniyorsa eğer, dünya şartları bizi bir şeylere zorluyor diyorsa… Bugün mesela Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı konuşmasında dedi ki “Bütün insanlık geçmişi boyunca demokrasi ve özgürlük için uğraşmıştır.” Böyle saçma sapan laflarla yapılan bir siyaset içindeyiz. Dolayısıyla hiçbir şeyi bu kafayla anlamaya imkân yok. Türkiye değimiz yer, yediyüzseksenbin kilometre kare. Bu topraklar kâfirlerden kaçırılmış topraklardır. Türkiye iki kere vatan oldu. Birincisi 13. Yüzyıl’da Haçlıların topraklarımızı terk etmek zorunda kalmaları sonunda. Yani Gaza Beylikleri’nin burayı Darül İslâm haline getirmesi sonunda bir Türk vatanı oldu burası. Bir de İstiklâl Harbi’nden sonra. İstiklâl Harbi’nde de biz üç cephede savaştık. Birincisi Kasım Karabekir’in başlattığı mücadeledir. İkincisi Maraş’ta başlayıp, Urfa’da devam edip, Antep’te netice alınan mücadeledir. Üçüncüsü de Batı’da Sakarya Meydan Muharebesi’yle sonlanan mücadeledir. Biz İstiklâl Harbi’ni bu üç cephede tekemmül ettirdik. Bunun sonucunda bir İslâm Devleti ortaya çıktı. Lozan’da Müslüman olmayanları uluslararası garantilere bağlayan bir anlaşma yaptık. Türkiye’de gayrimüslimler azınlık… H.H.: İstanbul dışındaki gayrimüslimler, değil mi? Mübadeleye onlar tabi tutulmadı çünkü? İsmet Özel: Hayır, İstanbul’daki gayrimüslimler de azınlık kabul ediliyor. H.H.: Kabul ediliyor, evet, doğru. Ben onu mübadeleye bağlayacaksınız zannettim. İsmet Özel: Hayır. Mübadele ayrı bir şey. O İsveçli Nansen’in yaptığı bir iş. Yani Cemiyet-i Akvam’ın meselesi o. Bizim meselemiz değil. Ne Yunanlıları ne Türkleri ilgilendiriyor mübadele. H.H.: Buraya kadar gelmeden bir iki tane soru oluştu kafamda onları lütfederseniz sormak istiyorum. Dediniz ki, Türkiye bir İslâm Devleti’ydi. Mekke’den ve Medine’den Hicret ettik. Aslında Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda orayı geri almakla mükellefti. Ama Misak-ı Milli’ye baktığımızda, Mustafa Kemal’in çizdiği o haritada Musul, Kerkük bu toprakların bir parçası olarak gözüküyor. Ama o taraflarla ilgili bir özlem, hülya ya da iddia yok. İsmet Özel: Bilmeyerek tabii, Türk Milleti’ni yanıltıyorsunuz. Mustafa Kemal’in çizdiği Misak-ı Milli diye bir şey yok. Misak-ı Milli Ali Rıza Paşa Hükümeti tarafından İstanbul’da ilan edilmiş bir şeydir. Bunu da Türk Milleti’nin gözünden kaçırıyorlar. Misak-ı Milli sınırları sadece Musul, Kerkük meselesi değildir. Misak-ı Milli sınırları Halep’in yirmi kilometre güneyinden geçer. Selanik Misak-ı Milli sınırları içindedir. Bugünkü Bulgaristan’ın üçte biri Misak-ı Milli sınırları içindedir. Dolayısıyla biz bir vatan sahibi olma pahasına Misak-ı Milli’den taviz vermiş olarak bu devleti elimizde tutabildik. H.H.: 1925’e kadar o Musul, Kerkük meselesi Lozan’da açık bırakıldı. Sonra Şeyh Sait İsyanı sürecinde… İsmet Özel: Daha sonra da. Türkiye’de basılan atlaslarda Musul vilayeti ayrıca gösterilir. Resmi sınırlar görünür fakat Türkiye’deki atlaslarda uzun yıllar, 1950’lere kadar Musul ayrı bir vilayet olarak bellidir. H.H.: Bir de bu Darül İslâm meselesi var. Darül İslâm, Darül Harp meselesi hep var ve burada duruyor. Günümüze gelmek istiyorum. Türkiye Darül İslâm mı? İsmet Özel: İslâm fıkhında bu konuda münakaşa var. Bazı fakihler, eğer İslâm şeriatı bir toprak parçasında bir gün dahi yürürlükte kaldıysa orası Darül İslâm’dır, tezini savunurlar. O bakımdan İtalya’nın Otranto şehri Darül İslâm’dır. Endülüs o bakımdan hala Darül İslâm’dır. Bizim vazifemiz Darül İslâm’a dönmek olabilir. H.H.: O zaman Türkiye Darül İslâm mı? İsmet Özel: Elbette. H.H.: Darül İslâm’da, mesela NATO üssü olur mu? Ya da bu Darül İslâm olan yer kendi sınırdaşı olan başka bir Müslüman ülkedeki iç çatışmaya taraf olarak müdahil olabilir mi? İsmet Özel: Biz niçin NATO örgütü içinde bulunuyoruz meselesini anlamadan bu soruya cevap vermek mümkün değil. 1946 yılında Josef Stalin Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliği’ne bırakılması; İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinde Sovyet denetiminin kabul edilmesi hususunda Türkiye Cumhuriyeti’ne bir nota verdi. Bu büyük bir panik doğurdu Türkiye’de. Ve ancak Batı ülkelerinin, yani Sovyetleri Birliği’ne düşman görünen yahut gerçekten düşman olan ülkelerin savunma şemsiyesi olmadan Türkiye’nin yaşayamayacağı korkusu sardı insanları. Demokrat Parti’nin icraatına, Demokrat Parti iktidara gelir gelmez yapmaya başladığı şeylere, Halk partililer şöyle itiraz ediyorlardı: “Siz bu kafayla giderseniz bizi NATO’ya almazlar” O zaman NATO’ya girmek çok önemli bir şeydi ki; NATO 1949’da kuruldu. Hâlbuki nota 1946’da. 1949’da NATO’nun kurulması Türkiye için büyük bir nefes alma alanıydı. Neden böyleydi? Bizim o İslâm Devleti olarak kurulan Cumhuriyetimiz 1925 yılında Sovyetler Birliği’yle bir Saldırmazlık Paktı yaptı. Bu Saldırmazlık Paktı on senede bir tarafların bir itirazı olmadığı takdirde kendiliğinden yenilenen bir pakt idi. Dolayısıyla 1935’te kendiliğinden yenilendi. Ama 1939’da İkinci Dünya Savaşı çıktı ve İkinci Dünya Savaşı’na Türkiye girmediği gibi Sovyetler’in lehine bir tavır da belirtmedi. Sovyetler’le arasında anlaşma olan bir ülke olarak. 1945’te Sovyetler bu anlaşmayı yenilemediler. Ankara’dakiler yenilenmesi için, telaşla çok şeyler yaptılar. Ama Sovyetler dediler ki “Savaş içinde siz bizim yanımızda yer almadınız. Dolayısıyla bu Saldırmazlık Paktı’nın bizim için bir manası kalmadı!” Dolayısıyla 1945’te bu anlaşma bitirilip, 1946’da da bu nota verilince Türkiye’de iktidar sahipleri ellerinden nelerin alınacağı korkusunu gayet iyi bildiklerinden, bir şekilde, belki de devletin devamını bu sağlar ümidiyle NATO’ya girdiler. Ve biz NATO’ya Kore’de akıttığımız kanın bedeliyle girdik. 1960’tan sonra insanlar sosyal, siyasi, ekonomik olaylara birazcık canlı bir şekilde eğildiklerinde anladılar ki, NATO planları Türkiye’nin korunmasına dönük değil. Biz NATO’ya siyasi bir cilve olarak girdik. Yoksa NATO askeri olarak bizi korumayı vaad etmiyordu planları itibariyle. Sonradan, muhtemel bir savaşın Sovyetler Birliği’ni yenme aşamasına gelindiğinde, Ege’den NATO çıkartma yapacaktı ve yavaş yavaş Türkiye kurtulacaktı, NATO planlara göre. Onun için bütün Türkiye’de biliyorsunuz NATO yolları vardır. Bunlar Ege’den çıkartma yaptıktan sonra o yollardan gidip Sovyetler’i asıl sınırlarına geri iteceklerdi güya. Vesaire vesaire. Bütün bunlar bize zaman kaybettirdi. Biz bütün Cumhuriyet tarihimiz boyunca dünyada olup biten şeylerin, güç mücadelelerinin şamar oğlanı olmaktan fazlasına güç yetiremedik. H.H.: Birkaç soru geldi. Bir yorum var. İddialı bir yorum. Sizi şovenist bir şair olarak tanımlamış. Siz kendinizi hakikaten böyle hissediyor musunuz? Şovenist hissediyor musunuz? Bağnaz, milliyetçi… İsmet Özel: Bir tiyatro oyununun kazandırdığı bir kelimedir şovenizm. Fransız. Yazarını hatırlamıyorum. Oradaki tip, bildiğim kadarıyla “Chauvin”, o adamın ismi. Türkiye’de Türk milliyetçiliği dışındaki bütün milliyetçilikler serbest. Türkiye’de Kürt milliyetçisi olabilirsiniz, Türkiye’de Çerkez milliyetçisi olabilirsiniz, Türkiye’de Arnavut milliyetçisi olabilirsiniz, Türkiye’de Gürcü milliyetçisi olabilirsiniz, Türkiye’de Pomak milliyetçisi olabilirsiniz, Türkiye’de Arap milliyetçisi olabilirsiniz. Türkiye’de tek olamayacağınız şey Türk milliyetçisidir. Çünkü Türkiye’de Türk milliyetçisi olduğunuz zaman bütün bu milliyetçiliklerin Türkiye’ye verdikleri zararı görmek durumundasınızdır. Bu isabetli bir soru oldu. Şovenlik nedir ne değildir, boş verin onu. İnsanlar mesela “Faşist” denmesini hakaret kabul ediyorlar. Mussolini iktidardayken faşizm hakaret miydi? Mussolini’nin 1928 yılında söylediği bir söz var: “Ben Milano Ankara’sının muzaffer Mustafa Kemal’iyim. Karşımda ebedi Bizans: Roma İstanbul’u var.” Bu Mussolini’nin sözleridir. Şimdi ulusalcılar kendilerini faşist gibi mi hissediyorlar, mesela? Bunu sormaları lazım kendi kendilerine. Türk milliyetçiliği diğer milliyetçiliklerden ne bakımdan farklıdır. Bunu anlamak için mesela ”Polonya’da kimler yaşar?” diye sorduğunuz zaman “Polonyalılar!” deriz, değil mi? Polonezler! Almanya’da kimler yaşar? Almanlar! Fransa’da kimler yaşar? Fransızlar! İtalya’da kimler yaşar? İtalyanlar! Türkiye’de kimler yaşar? Aaa! Türkiye’de Türk olan kimse yaşamaz, Türkiye’de hiç Türk olmayanlar yaşar! Böyle saçma şey olur mu? Belki Arap ülkeleri için “Ben Mısırlıyım ama aynı zamanda Arap’ım.” diyebilir birisi. Ama Türkiye’de ne diyecek adam? “Aynı zamanda Türkiyeliyim.” mi diyecek? Böyle bir tuhaflık var. H.H.: Şimdi anayasa tartışmaları var zaten. Bu kavramı çıkartmak için birtakım çevreler de çalışıyorlar. Bunun bugünün koşullarında burada yaşayan toplulukları karşılamadığı ve tarihsel olarak biraz geri buldukları için. Siz buna da itiraz ediyorsunuz o zaman? İsmet Özel: Tabii itiraz ediyorum. İnsanlar ahlaki durumlarını, konumlarını göz önüne almak zorundadırlar. İnsanlar bu topraklara bir şey borçlu mudur, değil midir? Bunu önce hesaba katmaları lazım. Mesela Çerkezler kendi topraklarından çıkartılmışlar, buraya gelmişler. Çerkezler burada Çerkez milliyetçiliği yaptıkları zaman Türkiye’ye ihanet ediyorlar mı, etmiyorlar mı bunu düşünmeleri lazım. H.H.: Ediyorlar mı? İsmet Özel: Ediyorlar mı, bunu kendileri düşünsünler. Onlara bu topraklar yaşama imkânı vermiş. Neden dolayı? Müslüman oluşlarından dolayı. H.H.: Kendi kimliklerini korumalarının ne zararı var? Mesela ben Laz’ım. Laz kökenliyim. İsmet Özel: Mohti Lazlar! H.H.: Mohti Lazlar. Ama Lazca bilmiyorum. Bu benim için bir eksiklik. Çünkü bizim dedelerimiz buraya geldiğimiz zaman İstanbul’a intibak etmek için bu dili bizim olduğumuz ortamlarda kesinlikle konuşmuyorlardı. Kapalı kapılar ardında, kavga ederlerken. Biz takip edemiyorduk. Benim için bir eksiklik, ben öyle görüyorum. İsmet Özel: Hayır, bu sizin için bir avantaj. Çünkü kafanız daha düzgün çalışıyor. Türkçe eğer esas dilinizse, Kur’an’dan doğmuş olan Türkçe size meseleleri görmede bir imkân bahşetmiş oluyor. Lazca biliyor olsaydınız -Lazca Gürcüce’nin bir versiyonudur- nasıl düşünecektiniz, kafanız nasıl şekillenmiş olacaktı? O ayrı bir mesele. Siz Amerika Birleşik Devletleri’nin Laz kökenli bir vatandaşı olsaydınız ne diyecektiniz? “Ben maalesef sadece İngilizce konuşuyorum; fakat Lazca bilmiyorum. Bu benim için büyük eksiklik” mi diyecektiniz? H.H.: Ama bu bir kültürel zenginlik… İsmet Özel: Amerikalı olmak için, eğer Amerika’da doğmadı iseniz hâkim önünde İngilizceden ve Amerikan tarihinden imtihan olmak zorundasınız. Türk olmak size ağır mı geliyor? Siz Türk olmayı düşük bir şey olarak mı görüyorsunuz? H.H.: Bana mı soruyorsunuz? İsmet Özel: Tabii ki! H.H.: Benim için Türk olmakla İngiliz olmak ya da Fransız olmak arasında bir fark yok. Bugün bu topraklarda doğduğum için böyleyim. İsmet Özel: Siz her an bu topraklara ihanet edebilirsiniz. Sizin için Türk olmakla İngiliz olmak arasında bir fark yoksa siz bu ülkenin tehlikeli insanlarından birisiniz. Gözlem altında tutulmalısınız ve her an hareketleriniz not edilmeli. H.H.: Ama şimdi Zimbabve’de doğmuş olsaydık Zimbabveli olmuş olacaktık. İsmet Özel: Böyle bir şey yok. H.H.: Şans eseri burada doğduğumuz için bu toprakların insanlarıyız. Öyle değil mi? İsmet Özel: Biz bitki ya da hayvan değiliz. Bu, bitki ve hayvanlar için geçerli olan bir şeydir. Kertenkele kertenkele olarak yumurtadan çıkar ve ölünceye kadar kertenkele kalır. İnsanlık böyle bir şey değildir. İnsan diye mücerret bir varlık yoktur. İnsan kendi tercihleriyle insandır. Onun işçini insan değerleri olan biridir. Siz herhangi bir hayvan gibi mi çiftleşip çocuk yapıyorsunuz? H.H.: Irk tercih edilen bir şey değil ki? Doğuştan bir ırkınız oluyor. Ait olduğunuz bir… İsmet Özel: Hayır. Doğuştan bir ırkınız yok. Siz her zaman belli bir kültürün ürünüsünüz. Bir yetişme tarzının sonucusunuz. İnsan dünyadaki en plastik varlıktır. Diğerleri şartlara intibak edemezler insan kadar. İnsan hangi esaslara uygun olarak yetişmişse o esasların bir mahsulüdür. Hepimiz oğullar ve kızlarız. Biz bir şeyin sonucuyuz. Allah u Teâla bize halife olma imkânı verdi. Biz ancak bizden öncekilerin bıraktıkları miras üzerinde bir şey olabiliriz. Hayvanlar bu mirası genetik olarak bünyelerinde taşırlar. İnsan yavrusu canlı kalabilmek için bir insan kültürünün korumasından istifade etmek zorundadır. Bu koruma olmadığı takdirde insan yaşayamaz. Hayatını devam ettiremez. İnsanın “Ben nasıl yaşadım. Nereden nereye nasıl geldim?” diye düşünmesi lazımdır. Borçlu mu alacaklı mı olduğunu o zaman hesaplaması lazımdır. H.H.: Hain de oldum bu arada. İstiklâl Marşı Derneği’ne girmek istiyorum. İstiklâl Marşı 17 Şubat 1921’de ilk defa yayınlandı Hâkimiyet-i Milliye’de. 12 Mart 1921’de de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabul edildi. 89 yıl önce. Siz 2007 yılında İstiklâl Marşı Derneği’ni kurdunuz. Neden kurdunuz? Ne murat ediyordunuz? Neyin eksikliğini gördüğünüz için kurdunuz? İsmet Özel: 2007 yılında, İstiklâl Marşı Derneği geç kurulmuş bir dernektir. Ben 1990’lardan itibaren Türkiye’de yapılacak en doğru işin bir İstiklâl Marşı Cemiyeti kurmak olduğunu söylüyordum. Şimdi kanunlar Cemiyet adını taşımamızı yasaklıyor, onun için İstiklâl Marşı Derneği oldu. Güzel de olacaktı İMC olacaktı kısaltmamız. Her neyse. 1990’lı yıllardan itibaren İstiklâl Marşı Derneği’nin kurulması zaruriydi. H.H.: Neden zaruriydi? İsmet Özel: Çünkü Turgut Özal Türkiye’yi yarı bağımlı bir ülke olmaktan kurtardı. Onun için Özal fikriyatının Türkiye’ye hâkim olmasıyla beraber tekrar Türk vatanının varlığının esas alınması fikrinin yükseltilmesi gerekiyordu. H.H.: Biraz daha açar mısınız? İsmet Özel: Açmak çok kolay. Korkut Özal diyor ki “Benim ağabeyin Türkiye’nin adının değişmesi taraftarıydı.” Bunu ekrandan ben kulaklarımla işittim. Türkiye artık bir ülke olarak önemini bir ileri safhaya taşıyamayan bir idareyle yüz yüzeydi. H.H.: Ama 1990 yılında özellikle Irak Savaşı sırasında Sayın Özal’ın “Bir koyacağız üç alacağız! Yirmi alacağız!” deyip Kuzey Irak’ın 35-40 kilometre içerisine girmek, orada kalmak gibi hedefleri de vardı. İsmet Özel: Giremedi ama. H.H.: Ama o girmek istedi. İsmet Özel: Giremediklerini de şimdi yargılıyorlar. Her neyse. O sırada biz Irak’a girseydik, yahut kimse… Her kim ki Türkiye’den o zaman Irak’a girdi, geri çekildiği zaman Trabzon’a kadar geri çekilecekti. O öyle bir numaraydı. Allah öyle bir felaketi bize göstermedi. H.H.: Bu yanlış bir hamleydi. Eğer oraya girilseydi geri çekildiği zaman… İsmet Özel: Tabii ki çekilecekti… H.H.: Trabzon olacaktı. İsmet Özel: Trabzon’a kadar çekilecekti. Olmadı. H.H.: Burada da bir emperyalist komplo var esasında. Asıl hedef Türkiye’yi oraya çekmek ama onun sonucunda Türkiye’yi bölmek gibi bir şey. İsmet Özel: Türkiye’nin bölünme tehlikesi yok. Haritadan silinme veyahut varlığını devam ettirme; bu iki yoldan birini seçmek zorundadır. H.H.: Yani İstiklâl Savaşı’nın bir rövanşı mı olacak? Böyle bir hazırlık mı var? Böyle bir şey mi akıllarda birtakım mahfillerde böyle şeyler mi pişiriliyor hala, hazırda tutuluyor? Siz hani bir İslâm organizasyonu askeri olarak bitmişti, İstiklâl Harbi’yle bu geri alındı ve İslâm Devleti kuruldu, dediniz. Şimdi de, Türkiye hala yok edilme riskiyle karşı karşıya, diyorsunuz. O zaman bunlar hala tezgâhta duruyor diye anlıyorum ben. İsmet Özel: Tabii ki. 1921 yılında Sakarya Meydan Muharebesi’ni kazandık. Bu muharebeyi kazanan insanlar Türkiye’de hiçbir zaman fonksiyonel olmadılar. Ama Sakarya Meydan Muharebesi’ni kaybedenler bu mağlubiyetlerinin acısını çıkarmak üzere o günden itibaren faaliyet gösterdiler ve halen de göstermektedirler. Bugün Türkiye’de modernleşmenin daha ileri götürülmesini savunan insanlar bu kadar geçen zaman boyunca Türkiye’nin ne varlık gösterdiği sorusunu sorarak bizi köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar. Türkiye hiç olmasaydı daha iyi olacaktı diye. Ben doktora talebesi birinden Türkiye’nin müstemleke olması arzusunu işittim. Diyordu ki “Hiç olmazsa bir yabancı dili doğru dürüst konuşurduk.” Türkiye artık böyle insanların yaşadığı bir ülke. Kuşaklar boyunca Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının lüzumsuz, işe yaramaz olduğunu birtakım insanlara öğrettiler. İnsanlar da böyle yaşıyorlar zaten. İnsanlara yapılan propaganda bu yönde. Korkunç bir İslâm düşmanlığı… Üstelik bu Müslüman görünerek yapılan bir alçaklık. Bizim aslında Türk Milleti olarak neler başarabileceğimizi bilen insanların bu konuyu hiçbir zaman açmaması meselesi. Bizim milli eğitimimiz her gün biraz daha çamura batıyor. H.H.: Bir soru geldi. Onu okumak istiyorum. “Trakya kelimesini kullanmam ne kadar doğru olur bilmiyorum. Ama İstiklâl Marşı Derneği bugüne kadar Trakya’da bir faaliyette bulunmadı. Herhangi bir konferans yapılmadı. Bunun özel bir sebebi var mı? Yoksa sadece insanların alakasızlığı mıdır sorun?” İsmet Özel: İkincisi. Yani alakasızlığı değil, belki husumeti. Trakya’da ayak basacak bir yerimiz olduğunu gösterecek bir işaretle karşılaşmadık. Doğru; aslında bizim en çok uğraşmak istediğimiz bölge olmasına rağmen orada yaşayan insanlar bize… H.H.: İlgi göstermiyorlar? İsmet Özel: Belki İstiklâl Marşı Derneği’nin hedefleriyle savaş halindeler. H.H.: İstiklâl Marşı Derneği’nin hedefleri ne peki? İsmet Özel: İstiklâl Marşı Derneği’nin hedefleri İstiklâl Marşı’nın hedefleri. “Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”, “Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.” Biz İstiklâl Marşı’nın muhatabı sayıyoruz kendimizi. İstiklâl Marşı bize bir şey söylüyor: “Sen şehid oğlusun!” İnsanlar kendilerini şehid oğlu kabul ediyorlarsa İstiklâl Marşı Derneği’nin hedeflerini de tabii sayıyorlar demektir. H.H.: Siz İstiklâl Marşı’nın niye yanlış bestelendiğini düşünüyorsunuz? İsmet Özel: Yanlış değil, kötü bestelenmiş. H.H.: Ben videonuzu izledim. Orada başka türlü söylüyorsunuz. Yani Yusuf İslâm’ın melodisi benim kulağımda kaldı. İsmet Özel: Yok. O bildiğiniz Talaalbedru diye bilinen, bir ilahi dersiniz belki. Sözleri, Hicret sırasında, Mekke’den Medine’ye hicret eden Resul-ü Ekrem’in karşılanışı sırasında Medinelilerin söylediği sözlerdir. H.H.: 1917 sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Mekke’den, Medine’den çıkmasıyla bir paralellik kuruyor musunuz? Bir analoji var mı arasında? İsmet Özel: Tabii ki. Bizim İstiklâl Marşı’nın asıl bestesi budur diye iddia etmemizin sebebi şudur. Metinden öyle anlaşılıyor ki Mehmet Akif şiiri doğrudan doğruya bu melodiyi ve makamı düşünerek yazdı. H.H.: Buna ilişkin bir bilginiz, herhangi bir not, bir gönderme var mı? İsmet Özel: Bu konuda sözlü bilgilerim var. Bana bunları söyleyenler kaynakları biliyorlardır herhalde. H.H.: Söyleyebilir misiniz? İzleyenler biraz aşina olsunlar. İsmet Özel: Şunu bilelim ki bugün okullarda, resmi dairelerde, spor karşılaşmalarında söylenen İstiklâl Marşı bestesi, sözlerin anlaşılmasına mani oluyor. Kasdi veya değil. Ama kesinlikle. “Obe!” “Nimille!”… Böyle hiçbir şey anlaşılmıyor. Hâlbuki biz şöyle okuyoruz: Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. H.H.: İlahi gibi okuyorsunuz. İsmet Özel: Bu, dediğim gibi, Talaalbedru melodisidir. H.H.: Bende yarattığı intiba böyle. İsmet Özel: İlahi olsa bile. İstiklâl Marşı’nın ne dediği… Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bunları söylüyoruz. Nazım Hikmet bu son söylediğim beyite itiraz ediyor. Diyor ki Kurtuluş Savaşı Destanı olarak basılan metinde, yani Memleketimden İnsan Manzaraları kitabında. “Allah bize bir şey vaad etmedi. Biz her şeyi kendi kendimize vaad ettik.” Onun dediği doğru olsa bile; Allah bize bir gün doğacağını vaad etmemiş, Türk Milleti kendine bir şey vaad etmiş bile olsa, bu vaat yok ortada! Bizim milli hedefleri olan bir hayat tarzımız yok. H.H.: Ne zamandan beri yok? İsmet Özel: Bilhassa 1928 yılından beri. H.H.: Harf Devrimi? İsmet Özel: Evet. 1928 yılında yazımızı elimizden aldılar. Hâlbuki bizim lisanımız, Türkçe dediğimiz lisan bu yazıyla doğmuştu. Dolayısıyla biz Latin harflerinin kabulü ile beraber lisanımızı günden güne kaybettik. Yalnızca gramer ve söz dizimi olarak değil, telaffuz olarak, kelime hazinesi ve mana olarak. Bütün dünyada bilinen bir şeydir. Türkçeye de Trajik Başarı diye tercüme edilen kitapta bunun hikâyesi uzun uzun anlatılır. H.H.: Bir şeyi anlamakta zorlanıyorum. Lütfen açıklar mısınız? 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti bir İslâm Devleti olarak doğdu. Bunu doğuranlar, lider kadrosu belli. Başta Mustafa Kemal var. 1928 yılında bu liderlik Arap alfabesini kaldırıyor ve Latin alfabesini benimsiyor. Siz diyorsunuz ki bunu yapanlar bunu yaparak milliliğimizi elimizden aldı. Milli hedefleri elimizden aldı. Hem onu yapan hem bunu yapan kadro aynı kadro! Neden bunu yapıyor? İsmet Özel: Böyle bir şey yok. Bizim Türk Milleti olarak ne olduğumuzu anlamadıkça bu soruların oturacağı yer ortadan kalkar. Neyi anlamamız lazım? Dünyada kapitalist diye adlandırılan ve bazılarına göre Dünya Sistemi diye bilinen işleyiş bizim bir vatan sahibi olmamızla doğrudan doğruya alakalıdır. Biz Türk Milleti olarak Avrupalıları iklim bakımından elverişsiz, toprak bakımından verimsiz bir alana hapsettiğimiz için buna bir çare bulundu. Bunun adı Batı Medeniyeti olarak biliniyor. Bu Batı Medeniyeti İstiklâl Marşı’nda da dendiği gibi “tek dişi kalmış canavar…” H.H.: Avrupa verimsiz topraklarda mı? İsmet Özel: Şu andaki Batı Avrupa 1945 yılından itibaren müstemlekeleştirilmiş, yani dünyanın en büyük sermayesi tarafından kolonize edilmiş bir alandır. Bugün Batı Avrupa’nın hiçbir -Almanya dışında- dünyada etkinlik gösterecek bir fonksiyonu yoktur. H.H.: Fransa ve İngiltere’yi de mi…? İsmet Özel: İngiltere zaten kendini Avrupalı saymıyor ki? H.H.: Fransa’yı da aynı kategoriye koyuyorsunuz. İsmet Özel: Fransa III. Napolyon döneminden itibaren Britanya ekonomisinin bir alt basamağına oturmayı kabul ederek dünya sistemine kendini entegre etmiş bir ülkedir. Bunları tabii bir şekilde konuşmak lazım. Bizim tekrar bu yediyüzseksenbin kilometrekare üzerinde bir siyasi birlik sahibi olmamız Dünya Sistemi, ya da kapitalist düzen açısından bizim sanayiye de hizmet eden tarım ürünleri aracılığıyla sisteme entegre olmamız kaydıyla kabul gördü. Biz H.H.: Türkiye’ye biçilen rol bu muydu diyorsunuz yani? İsmet Özel: 1950’de tek parti yönetiminin sona ermesiyle beraber biz bu kabuğu kırmaya yeltendik. Bu da üç devlet adamımızın ölümüyle sonuçlandı. Ondan sonra da Türkiye milli bir tavır göstererek kendini var etme eğiliminden kaçarak mevki, makam, servet sahibi olan insanların hâkim olduğu bir ülke haline geldi. H.H.: 1950 – 1960 arasında Türkiye dünya gücü olabilirdi. Olmak üzere adım attı, daha millici idilerdi mi diyorsunuz? İsmet Özel: O kadar hızlı gitmeyin. 1950 – 1960 arasında bize dayatılan şartları aşamaz mıyız sorusu soruldu Türkiye’de. Yoksa dünyaya meydan… Ama yine de Demokrat Parti yöneticileri tütün ve pamuk konusunda dünya rekabetine girmeyi düşünüyorlardı. Ama böyle şeyler olmadı hiçbir zaman. Böyle şeyler hep önümüze fırsat olarak çıktı. Mesela 12 Eylül 1980 darbesinden sonra elimizde Paşabahçe tesisleri vardı ve dünyada bir ayna açığı olduğu tespit edildi. Türkiye elindeki imkânlarla piyasada makbul bir yer tutabilir dedi bazıları. Ama hiçbir zaman bu başarılamadı. H.H.: Şöyle bir soru var: Komünist olmadan Müslüman olunmaz ve herkes Müslüman olabilir ama Türk olmaz önermelerinden her Türk komünist olur sonucu çıkıyor; böyle midir? İsmet Özel: Güzel! Her Türk komünisttir, evet. Türk eğer kâfirle çatışmayı göze alan bir Müslüman’sa; Türk buysa eğer bu Türk Ümmet-i Muhammed’in mesuliyetini üzerine almadan nefes alamaz. Bütün Müslümanların tek bir parça olduklarını, bütün Müslümanların aynı hedefe doğru yürüyen tek bir varlık olduklarını kabul etmek Türklüğün has özelliğidir. H.H.: Zeynep Altıok’un bir sorusu var. “Sivas’ta yakılan arkadaşlarının ardından insanların ölümünü hiçe sayarak zalim bir sevinçle yazdığı ‘Sivas semalarında Sırp uçakları uçarsa Aziz Nesin güvende hisseder mi?’ diyerek Müslüman olmayanı gavur ilan ettiği yazıyı sorun” demiş. İsmet Özel: Bu önemli tabii. Sivas göklerinde Sırp tayyareleri uçacak mı? Bu hala düşündüğümüz bir şeydir. Bunu düşünmeyen insanlar, yani Türkiye’de şu son zamanlarda yerleştirilen Patriot füzelerinin yönünün Ankara’ya dönüp dönmeyeceğini hiç aklına getirmeyen insanlar, Türkiye’de ne iş yaptıklarını kendi kendilerine sorsunlar. Dünyada bir şeyler olup bitiyor ve bazı insanlar Türk Milleti’nin de tarihten silinmesine Türkçenin bir lisan olarak tamamen ortadan kalkmasına duyarsız bir tavırla yaklaşırken benim bir milli bütünlük endişesiyle yazdığım ve gerçekten Türkiye’de yaşayan insanların her şeyi karara bağlayan insanlar olmasını önermemden rahatsız olan insanları benim anlamam mümkün değil. H.H.: Zeynep Altıok, Metin Altıok’un kızı, biliyorsunuz… İsmet Özel: Bilmez olur muyum? Ben onun bebekliğini bilirim. O beni hatırlayamaz. Çünkü çok küçüktü. Benim arkadaşlarımdı annesi de, babası da. Ben Metin’in orada ölmesine… Yani babasının anlayışının çok altında bir soru bu. H.H.: Bir kırgınlık olamaz mı? İsmet Özel: Ben orada ölenler için “İyi ki öldüler” mi dedim? Yoksa “Onları ölümden kurtaracak olan Türkiye’den başka bir şey değildir” mi dedim? H.H.: Ne dediniz tam olarak? İsmet Özel: Bal gibi bunu söyledim. O yazıda Aziz Nesin “Eğer Müslümanlar bir tehlike haline gelecek olurlarsa orduyu biz çağırırız!” demişti. Ben o alıntıyı yaptım o yazıda. Orduyu çağırmaya hevesli olan insanlar bu ülkede belirleyici olmasın. Ben İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanıyım. İstiklâl Marşı “Kahraman Ordumuza” ithaf edilmiştir. “Kahraman Ordumuz”, 27 Mayıs 1960’ta seçilmiş hükümeti deviren ordu değildir. 27 Mayıs 1960’ta olan şey “Kahraman Ordumuz”un lağvıdır. 27 Mayıs harekâtı iki genelkurmay başkanını birden tevkif etti. Halen vazifede olan ve emekli olan, ikisini birden tevkif etti. Generalleri tasfiye etti. H.H.: NATO’ya rağmen yapılabilir miydi? Amerika’ya rağmen? İsmet Özel: Bunun cevabını siz verin! NATO’ya rağmen yapılabilir miydi? Alparslan Türkeş’in -ben lise ikinci sınıftaydım o zaman- o sabah en dikkati çeken cümlesi “NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız!” cümlesiydi. 27 Mayıs’ı dünyaya haber veren beyanatın en vurgu hak eden cümlesi buydu: “NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız!” Şimdi CENTO da yok. Ama NATO’ya bağlılık hala devam ediyor. H.H.: Türkiye muhafazakâr bir ülke mi şu anda? Çünkü on yıldır bir Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı var. Geçtiğimiz günlerde Muhteşem Yüzyıl üzerinden bir tartışma döndü. Sayın Başbakan açtı bunu. Türkiye’nin değerlerinin bu diziyle birlikte altüst olduğunu söyledi. Daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul Milletvekili de Türkiye’de bir ahlaki çöküntü yaşandığını söyledi. Türkiye’de şu anda bir muhafazakârlaşma görüyor musunuz? Eğer bu varsa bu ahlaki çöküntüyü nasıl izah ediyorsunuz? İsmet Özel: Türkiye’de muhafaza edilen şey nedir? Türkiye’de global kapitalizmin göbek attığı bir düzen ve yönetim var. Türk Milleti sırtından hançerlendi. Türkiye’de bu siyasi yapı hiçbir şekilde milletin hevesiyle, milletin bir açılım temin etmek gayretiyle doğmuş bir şey değildir. Yalanlar yalanlar yalanlar yalanlar… Başka bir şey yok. H.H.: Kim söylüyor bu yalanları? İsmet Özel: Türkiye’deki imkânlardan azami istifade sağlayanlar. Bunlar nelerdir? Kendilerine göre neleri iyi buluyorlar? Bu tartışılacak bir şey. Ama durumu kendine göre günden güne iyiye gidenler yalanlara sığınmak mecburiyetindeler. Bir tek doğruyu ifade edemezler. Osmanlı kültürünün bir ihanet kültürü olduğunu, bilseler de söylemezler. H.H.: Osmanlı kültürü bir ihanet kültürü mü? İsmet Özel: Osmanlı kültürü A’dan Z’ye, Osman’dan Vahdettin’e bir ihanet kültürüdür ve Türklükle bir çatışma halindedir. Ama bunun bize ne kazandıracağı, bizim neye hizmet etmemiz gerektiği konusunda insanlar o yalanlarla uyutuluyorlar. H.H.: İdealize edilecek bir ecdad yok diyorsunuz? Doğru mu? İsmet Özel: Olmaz mı? Bizim ecdadımız var ve onlar her türlü övgüyü hak etmiş insanlardı. H.H.: Ama Osmanlılar?... İsmet Özel: Bakınız Haçova Meydan Muharebesi’nin kazanılmasının nasıl olduğunu biliyorsunuz, değil mi? Haçova Meydan Muharebesi normal, savaşması gereken kısmın savaş meydanını terk etmesi sonrasında, yağmaya dalan Haçlı Ordusu’nun üzerine ordunun savaşmayan unsurlarının gitmesiyle beraber; seyislerin, aşçıların yağmaya dalan kâfirleri hakladıktan sonra bir taraftan da “Kafir kaçtı!” diye bağırmaları üzerine, kaçan görevlilerin geri gelmesiyle kazanılmış bir zaferdir. Haçova Meydan Muharebesi’nin hiçbir kazancı olmamıştır Türk Milleti’ne. Bunu bu şekle sokan kimlerdir? Bunları düşünmek lazım. H.H.: İstanbul’da şu anda Taksim’e cami yapılması, bir dönüşüm projesi konuşuluyor. Çamlıca’ya bir cami yapılması konuşuluyor. Bunlara nasıl bakıyorsunuz? İsmet Özel: Bunlara bakmıyorum. Bunlara herhalde sünnetçi bakar! H.H.: Nasıl değerlendirirsiniz? İsmet Özel: Bunların hepsi gafil ve hain insanların bir şey yaptıklarını zavallı, aklı ermez insanlara kabul ettirmesi şeklinde bakıyorum. Bizim acilen üzerinde durmamız gereken, Türk Milleti’nin geleceğinin sağlama alınması yolunda bir tedbir manzumesi benimsememiz gereken yerde, böyle şeyler yapmıyoruz. Bakınız burada kâğıt mendil var. Bu ne kadar zamandır hayatımızda? Elli seneyi geçmez. Türkiye’de kâğıt tüketimi SEKA fabrikası devreden çıkarıldıktan sonra arttı mı, azaldı mı? Mutlaka arttı. Kullanılan tuvalet kâğıdından tutun yani… Türkiye’de kâğıt üretimi yok fakat kâğıt tüketimi eskisinin belki on misli. Bunu görmüyorsa insanlar Türkiye’de ekonomi nasıl iyiye gider? Yıllar boyunca gazetelerimiz SEKA tahsisatıyla çıktı. Türk çocukları defterlerini, kitaplarını Türkiye’de üretilen kâğıtla temin ettiler. H.H.: Türkiye ithalat bağımlısı ülke haline her geçen gün geliyor, diyorsunuz kâğıt örneğinden yola çıkarak? İsmet Özel: Sadece ithalat bağımlısı değil, her kademedeki sermayenin küçük, orta, büyük, en büyük bütün sermayelerin eğlencesi ve alay konusu halinde bir ülke Türkiye. Öyle bir ülke ki burası, hangi alanda olursanız olun, yanınızdakini çelmelediğiniz takdirde öne geçebiliyorsunuz. Bir millet olarak birbirimize sıkıca tutunup bir hedefi gerçekleştirmek yerine bu millete zarara verecek olanların işine yarayacak şeyi yaparak; arkadaşımızı, kardeşimizi, aile fertlerimizi zarara uğratarak ilerliyoruz. H.H.: Sayın Başbakan’la Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu dönemden bir teşrik-i mesainiz olduğunu biliyorum. Programdan önce sormuştum zaten. Son dönemde görüşüyor musunuz? Herhangi bir konuda fikir paylaşımında bulunuyor musunuz? Ciddi eleştiriler de yapıyorsunuz? İsmet Özel: Kimlerle? H.H.: Sayın Başbakan’la mesela? İsmet Özel: (Gülüyor) Hayır! Elbette ki hayır! Bir alıp vereceğimiz hiçbir şekilde olamaz. Benim komünist olarak da şeriatçı olarak da tanıdığım insanların bugünkü hali benimle konuşmalarına müsait değil. H.H.: Çok net bir yanıt oldu.