İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı Şair İsmet Özel "OF NOT BEING A JEW" adlı şiir kitabının hitama erdirilmiş son baskısını Kocaeli Kitap Fuarı’nda imzaladı. İmza münasebetiyle yaptığı “ÖLDÜKTEN SONRA AKSIRMAK” adlı konuşmasında şunları söyledi:
Kocaeli Kitap Fuarında defalarca konuştum. Bunun bir işe yarayacağını düşünerek yaptım tabii. Bugün geldiğimiz noktada yaptığım konuşmaların hiçbir işe yaramadığını anlamış bulunuyorum. Onun için İsmet Özel’in Kocaeli Kitap Fuarı’nda yaptığı son konuşmaya hoş geldiniz. Konuşmamızın başlığı “ÖLDÜKTEN SONRA AKSIRMAK”. Böyle bir şey olmaz diyeceksiniz. Adam ancak ölmeseydi hapşırırdı. Ama millet olarak, Türk Milleti olarak bizim varlığımız akla sığar bir düzenin gereği ifade edilemez. Türk Milleti’nin varlığını ifade eden bir ibare “öldükten sonra aksırmak”. Bu bilhassa İstiklal Harbimizi dile yansıtmaya çalışan bir ibare. İstiklal Harbimiz öldükten sonra aksırmak şeklinde anlatılabilir. Çünkü İstiklal Harbi’ne giriştiğimiz zaman bütün dünya Türk Milleti’nin öldüğüne inanmış idi. Biz öldükten sonra aksırdık, İstiklal Harbi vererek. İstiklal Harbi vermemize imkân sağlayan hadise de Çanakkale Harbi’dir. Çanakkale Harbi’nin iki bakımdan ehemmiyeti var. Biri, Osmanlı Devleti’nin yok olması ve Avrupa güçlerinin “Şark Meselesi” dedikleri şeyin hal yoluna sokulması için Avrupa’daki büyük siyasi güçler iki usul uyguluyorlardı. Bunlardan bir tanesi Osmanlı tebaası olan gayri Türk unsurların Osmanlı Devleti’ne karşı hareketlerde bulunması, bunların mümkünse Osmanlı Devleti’nden toprak koparması. Böylece şark meselesinin halli kolaylaşacaktı Batılı güçlere göre. Osmanlı Devleti’nin siyasi organizasyon olarak ortadan kalkması ve dünyadaki tesirini gösterememesi için Batılı güçlerden gelen ikinci müdahale, Osmanlı-Rus savaşlarını sayıca ve cesamet bakımından yükseltmek oldu. Yani, yirmiyi aşkın Osmanlı-Rus savaşı vardır. Burada dikkat edeceğimiz husus şudur: Osmanlı Devleti’nin siyasi organizasyon olarak ortadan kalkması için yapılan işlerde, Batının büyük güçleri doğrudan Osmanlı Devleti’yle çatışma halinde değillerdir. Ya içerden yani, Osmanlı Devleti’nin sınırları içindeki unsurlardan bir hareket tezgâhlamış ve yahut Ruslarla Osmanlılar devamlı olarak kapıştırılmış. Bu, şark meselesinin halli için gerekli olan bir şey. Ve burada çok büyük bir mesafe kat ettiklerini düşünüyorlardı 1915 yılında. Artık Türklerin Batı yayılmacılığı karşısında kıllarını kıpırdatacak güçleri olmadığı kanaatiyle ilk defa kendileri geldiler Çanakkale’ye. Yani ne Ruslardı Osmanlıların karşısına çıkan ne de Osmanlı tebaası olan unsurlardı. İngiliz ve Fransız gemileri Çanakkale’yi geçmek üzere geldiler ve bunlar turistik bir gezi yapıyormuş gibi geçeceklerini ümid ediyorlardı. Ama böyle olmadı. İlk defa doğrudan doğruya Türkleri tarihten tard etmek isteyen insanlar Türklerden dayak yedi. Bu, bizim İstiklal Harbi vermemize Milli bir dayanak şekline girdi. Yani, eğer biz Çanakkale’de tesirsiz bırakmamış olsaydık İstiklal Harbine tevessül etmek için güven sahibi de olamayacaktık. Yani, kapitalizmin Türkleri aciz bıraktığına inandığı sırada Türklerin bir şahsiyet iddiasında bulunmaları onların öldükten sonra aksırmalarıdır. Ölmüşlerdi, ama öldükten sonra bir aksırdılar, insanlar şaşırdı. Bu kadar, burada bu iş bitti. Baktılar ki adam öldükten sonra hala aksırıyor o zaman bunu aksıramaz hale getirelim, bir dizi muameleye maruz bırakalım dediler. İnkılaplar dediğimiz şeyler bunlardır. Yani bir daha aksıramasın, aksırıp da bizim ödümüzü koparamasın.
GAYR-İ MİLLİ OLAN HER ŞEY HEM PARA HEM İTİBAR SAĞLIYOR
Bugün Hristiyan takvimine göre 21.asırda, 2014 yılında, Türklerin öldükten sonra tekrar aksırıp aksırmayacakları zihinleri kurcalıyor. Çünkü birinci aksırıştan sonra yapılan işler kâfirler hesabına sonuç verdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı tartışma konusu olabilecek halde ve Türkiye’de yaşayan nüfus kaç milyon olursa olsun, Türkiye’nin sınırlarını korumakla meşhur olmayı reddediyor. Türkiye’de bir “milli varlık” hakikati insanların istikrahla baktıkları bir şey. Tam tersine Türkiye’de gayr-i milli olan her şey hem para ediyor hem insanlara itibar kazandırıyor. Yani Türkiye’de öldükten sonra aksırma hadisesinin bir daha vuku bulup bulmayacağı şüpheli.
“Başımıza bir şeyler geldi” diye bir cümle kurmaktan çekiniyorum. Çünkü “biz” diye bahsedeceğim bir şey yok. Yani, “biz” dediğimiz zaman neyi işaret etmek mümkündür? Bu sorunun cevabını ben bilmiyorum ama gene de hayal edilebilir bir “biz” kullanmak mecburiyetindeyim. Biz İstiklal Harbimizi üç istikamette verdik. Çanakkale’de “burada bir Millet vardır” mesajı verildikten sonra, Kazım Karabekir’in emrindeki ordular bizim 1918’de, savaş bitti bitecek zamanda, Kuzey sınırımızı çizdiler. Ermeniler, daha fazla ilerlenmemesi için barış istedi. O sırada bize kurşun sıkanlar arasında Gürcüler, başka Kafkas kavimleri de vardı, hiç merak etmeyin, sadece Ermeniler değildi. Kazım Karabekir kuzey sınırını tesbit ederken, Türklerin sadece Ermenilerle sınırdaş olmalarına mani olmak üzere Nahcivan diye bir bölge üretti, keyfi bir şey o. Burada bir Ermeni olmayan nüfus olacak, sınırımız onlarla olacak diye bir şey tayin etti. Bu 1918’de yapılan anlaşma, 1921’de Moskova Anlaşmasıyla teyit edildi. Neden 1921’de? Çünkü 1921’de biz Sakarya Meydan Muharebesini kazandık. Ondan sonra güney sınırımız da netleşmiş oldu. Hâlbuki bizim güney sınırımız 1920’de karara bağlanmıştı. Yani İstiklal Harbimizin üç cephesinden ilki Kazım Karabekir’in ordularıyla açılan cephe ise ikincisi Maraş, Antep, Urfa savaşlarıdır. Fakat dediğim gibi bu savaşların sonuçları da ancak 1921’de bizim Sakarya Meydan Muharebesini kazanmamızın sonucunda beynelmilel kabule mazhar oldu. Ama dikkat edilmesi gereken şeylerden bir tanesi şudur: Öldükten sonra aksırmak o kadar önemli bir şey ki, “bu Türkler başlarının çaresine bakmaya niyet ettikleri takdirde nerede duracakları belli olmaz” korkusu 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasına sebep oldu. Biz Urfa’da Fransız-Ermeni güçlerini aynı günlerde, 13 Nisan’da, sınır dışı ettik. Yani bizim, işte bir “biz”den bahsediyoruz görüyorsunuz, bir “biz” var ama bunların çoğu mezarda. Yani bir Türk varlığı korkusuyla beynelmilel münasebetler, onların kendilerini göstermemeleri, bir şekilde meydan okumamaları şartlarını temin için şekillendirildi.
BUGÜN MİLLET OLARAK YÜZ YÜZE GELDİĞİMİZ TEHLİKE, ELİMİZDEN MİLLİ YÜKSELİŞ İÇİN BİR ŞEY GELMEYECEĞİ FİKRİNİN YAYGIN OLMASIDIR
İstiklal Harbimizin üçüncü istikameti Türk-Yunan savaşı şeklinde cereyan etti ve Sakarya Meydan Muharebesi nihai sonucu gösterdi. Yani öldüğünü gayet iyi bildiğimiz bir Millet birden aksırıverdi. Şimdi bugün Millet olarak yüz yüze geldiğimiz tehlike, elimizden milli yükseliş için bir şey gelmeyeceği fikrinin yaygın olmasıdır. İnsanlar Türkiye’de sırt sırta verip bütün dünyaya meydan okuyabilecekleri duygu ve düşüncesinden çok uzak bir şekilde yaşıyorlar ve bu uzaklık da beni insanlardan uzaklaştırıyor. Çünkü ben bu düşünce olmadan yaşayamıyorum. Zaten kaç gün yaşayacağım da belli değil, yetmiş yaşındayım. Ama ben bütün ömrümü bu toplumun düşmanlarımıza parmak ısırtacak, dostlarımızın yüreğini ferahlatacak bir başarıya hazırlanma telaşıyla geçirdim. Benim bütün ömrüm bu başarıya hazırlanma telaşıyla geçti. Birçok tanıdığım insan benim yaşıma gelmeden bu dünyadan göçtü. Böyle bir şey olursa ancak dediğim gibi tekrar öldükten sonra aksırmak şeklinde olabilir. “Türkiye olmayıverse ne olur” bu fikri insanlar kafalarında barındırıyorlarsa, Türkiye’nin niçin olduğunu hiç düşünmemişler demektir. Dünya tarihi bakımından bir terslik gibi bir şeydir Türkiye, yani olacak bir şey değildir, başından beri.
Bir takım ülkeler var. Bu ülkeler ülke olmalarını o topraklarda yaşayan insanların tecrübelerinden alıyorlar. Türkiye adını böyle almış değil. Yani şöyle düşünelim, Mısır, Suriye, Fransa, Britanya, bunlar neden böyle adlandırılıyorlar? Çünkü oralarda yaşayan insanlar o toplumun bir siyasi organizasyon ve kültürel ilişkiler, ekonomik irtibatlar içinde bir bütün ifade etmeleri yüzünden. Ne diyoruz? Müslümanlar Mısır'ı fethetti. Mısır, Müslümanlar fethetmeden önce de Mısır'dı. Ama Türkiye, Türkler burayı Dar-ul İslam haline getirmeden önce bir kendine mahsus beyana konu olmayacak bir yerdi. Yani "Anatolia" sözü Yunanca doğu demek. Yani Grekçe konuşan insanların "Doğu"ya verdikleri isim. Küçük Asya. Asya çok büyükmüş, onun bir uzantısı olarak Küçük Asya diyorlar. Ama bu tamamen İskandinavya gibi bir şey. Yani İskandinavya dediğiniz zaman Finlandiya'yı da anlıyorsunuz Norveç'i de anlıyorsunuz. Yani Küçük Asya böyle bir isimdi. Her şey olabilir, coğrafi bir isim. Türkler ilk defa bu topraklara bir karakter temin ettiler. Yani antik çağdan, arkaik çağdan itibaren bu topraklar birilerinin istila ettiği, birilerinin vilayet haline getirdiği, birilerinin koloni haline getirdiği topraklar olarak devam etti. Ama ilk defa burayı Türkler kendi vatanları yaptı. Bununla kalmadılar, Dar-ul İslam kıldıkları zaman bu toprakları, o güne kadar Bağdat-Şam hattında kabul edilen İslam'ın muteber alanı İstanbul merkez olmak üzere Türklerin yaşadığı yerlere kaydı. İslam’ın merkez alanı Türklerin yaşadıkları yerler oldu. Onun için 1918'de, Birinci Dünya Savaşı bittiği zaman İslam’ın bir askeri güç ve bir siyasi organizasyon olarak sıfırlandığı fikri Avrupalıların temel fikriydi. Öldükten sonra aksırdık. Şimdi vaktimizin darlığı sebebiyle Cumhuriyet sonrası başımıza gelenler hakkında bir iki söz söylemem lazım ki bundan sonra ne yaşadıklarımızın manası ulaşılabilir bir şey olsun. Türkiye Cumhuriyeti o günkü beynelmilel şartların gereği olarak ve yaşamasının çok zayıf bir ihtimal sayıldığı bir teşkilat olarak doğdu. Türkiye Cumhuriyeti batılı güçler karşısında bir güç birikimine vesile olmayacak bir siyasi yön tutturmak mecburiyetindeydi. Türkler Pan-İslamist bir politika gütmeyecekler, Pan-Türkist bir politika gütmeyecekler ve bir Bolşevik nüfuz sahası haline gelmeyecekler. Bu konuda Dünya Sistemi’ne söz verildi. Ama bunların, bu söz verişin temelinde Türklerin Batıya bir tehlike teşkil etmemeleri sözü vardı. Yani Türkiye Cumhuriyeti teşkil edilirken sanayileşmeme, iktisaden parlak bir pozisyona geçmeme tekellüf edildi. Böyle bir mükellefiyet altına girdi Türkiye.
MİLLİ BİR ENDİŞE TOPLUMA TEHLİKELİ BİR KONU OLARAK ZERK EDİLDİ
Yani insanlar sanıyorlar ki, yapamadık, edemedik. Hayır. Türkiye, Cumhuriyet kurulduktan sonra bir tek milli hedef benimsemedi. Yani milletçe şunu gerçekleştirelim gibi bir şey söz konusu değildi. Seferber bir kere olduk, seferberlik dedik ona, orada da mağlup olduk. 1923'ten 1950 yılına kadar Tek Parti Dönemi Türkiye'nin dünya sistemine verdiği sözü yerine getirmesi şeklinde geçip gitti. Demokrat Parti iktidara geldikten sonra Türkiye kendine tanınan haklar çerçevesinde ne kadar gidebileceğini test etti. Acaba, yani, tamam, Batının koyduğu bütün sınırları kabul ediyoruz. Ama bu sınırlar içinde nasıl bir başarı elde edebiliriz? Bunu denemeye, test etmeye, yoklamaya çalıştılar ve tabi ki bu çalışmalarından pişman edildiler. 27 Mayıs 1960 harekâtından sonra bir daha Demokrat Parti ruhunun canlandırılmaması esastı. Yani, Türkiye'de milli bir endişe tehlikeli bir konu olarak zerk edildi topluma. Ama gene bir yan yol bulmak birilerine cazip geldi. Bu da Türkiye'nin sosyalist bir dönüşüme meyletmesi, böyle bir şeyin imkân dâhiline sokulması için bir yol açmak. Bu, doğrudan doğruya, Türkiye'de, Türkiye toprakları üzerinde başka beklentiler taşıyan insanlar tarafından, yani gayri Müslimler tarafından imkânsız hale getirildi. Türkiye'de sosyalist dönüşüme uğrama ihtimali solculuk iddiası ile ortaya çıkan insanlar tarafından yok edildi. Ve bunda da Türkiye'nin sosyalist dönüşüm bahanesiyle İslam'a dönme korkusu rol oynadı. 1965 seçimlerine Türkiye İşçi Partisi "Kula kulluk yetsin artık" sloganıyla girdi. Ne demek "Kula kulluk yetsin artık" Yani biz kula kul olmayacağız ne olacak? Allah'ın kulu olacağız. Bu netice itibariyle, mantık gereği bir yol açacağı bilindiği için bu halledildi. Daha sonra Türk milletinin bütün enerji kaynağı olan İslam tanınmaz hale getirilerek bu işin çözümünü nihai şekle getirdiler. 1973 yılında bir siyasal İslam icat edildi Türkiye'de ve böylece bu ihtimali kuvveden fiile getirebilecek dinamikler yok edildi.
ALLAH KİMLERLE İSLAMİ BİR HEDEFE İLERLEYEMEYECEĞİMİZİ GÖSTERDİ
Öldükten sonra aksırmak bu bakımdan çok önemli. Çünkü Allah bize kimlerle iş yapamayacağımızı, kimlerle İslami bir hedef doğrultusunda ilerleyemeyeceğimizi gösterdi. Bunun için hamdediyoruz, şükrediyoruz. Yani siyasal İslam bahanesiyle İslam'ı Türkiye'de alay edilebilir, ikrah konusu olabilir şekle getiren insanları tanıma imkânıyla karşılaştık. Bu yüzden bugünden sonra bir aksırma ihtimali vardır. Yani, Türkiye kendi içinde bir hayat arama gücüne sahip bir ülkedir. Bütün yapılan telkinat Türkiye'nin içinden bir güç doğmayacağı yönündedir. Yani, insanlar eğer Türkiye yekpare, yekvücut, bir cephede yer almış insanlar olarak bir örgüyü gerçekleştirebilir diyemiyorsak bunun sebebi, böyle bir şeyin, yani öldükten sonra aksırmak ihtimalinden korkanların başımıza açtıkları işlerdir. Kimsenin kötü olması beni iyi yapmaz. Yani hiçbirimiz başkalarından farkımızı kötülükle ölçemeyiz. Yani, "o benden daha kötü" dediğin zaman sen daha iyi olmazsın. Ama "o benden daha iyi" dersen kendi iyiliğine bir göndermede bulunmuş olursun. O benden daha iyi, o benden daha hayırsever, o benden daha mutekit, o benden daha dürüst. Bunları söylediğin zaman kendi dürüstlüğüne bir işaret koymuş olursun. Ama "o benden daha çok çaldı" dediğin zaman hırsız olmadığını söylemiş olmazsın. Şimdi, bizi millet olarak kötüyle başı hoş insanlar haline getirdiler. Biz böyle olmamakla millet olmuştuk. Türk Milleti diye bir şey tarihin bütün çağlarında kötüyle başı hoş olmayan insanların teşkil ettiği topluluktur.
BİZİM POLİS TEŞKİLATIMIZ YOKTU
Lisanımızda "serbest" diye bir kelime var. Mesela "serbest" dediğin zaman, İngilizceye çevir bu kelimeyi desen, "free" diyecektir. Hâlbuki kelimeye bakın "ser" baş, "best" bağlı. "Serbest" başı bağlı. Nasıl "free" oluyor bu? Çünkü biz Türk Milleti nasıl olduk, bazı serbest insanlar diğerlerini insanlık sınırında tutma başarısı gösterdi. Onların başları bağlıydı, onların başları şeriatla bağlıydı. Onun için onlara serbest, o Müslüman olduğu için o serbest, yani onun, görünürde senin benimsemediğin davranışının Kur'ani bir mesnedi vardır. O serbesttir. Bu yüzyıllar boyunca olmuş bir şey. Yani, bizim toplum olarak polis teşkilatımız yoktu. Çünkü bütün müminler toplumun hem inzibati hem ahlaki durumundan mesul idiler. Bizim özel olarak bir devlet gücü üretmemize gerek yoktu, hayatımızın meşru olarak yaşanması için. Bütün müminler bundan mesuldüler. Bu, kendi varlığına değer veren bütün toplumlarda da böyledir. Almanya'da İkinci Dünya Savaşı'na kadar hususi bir polis teşkilatı yoktu. Çünkü "adlig" dediğimiz yüksek tabaka, topluma çeki düzen verme konusunda mesuliyet sahibiydi. Onun için hususen bir teşkilat kurmaya gerek duymamışlardı. Ancak böyle, işte, çok dejenere unsurlara musallat olacak polis vardır tabii.
Genel Başkan İsmet Özel, konuşmasının ardından “Of Not Being A Jew” kitabını imzaladı.
18.05.2014, İzmit