İstiklal Marşı Derneği Genel Başkanı Şair İsmet Özel "OF NOT BEING A JEW" adlı şiir kitabının hitama erdirilmiş son baskısı vesilesiyle Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde aynı ad altında bir konuşma yaptı. Konuşmasında kitabının kendi şiir yazma faaliyeti bakımından manasını izah eden Genel Başkan İsmet Özel şunları söyledi.
BU KİTAP BENİM ŞİİR YAZMA FAALİYETİMİN SONA ERDİĞİNİ İFADE EDİYOR
“Kitabın sonunda ‘Temmet’ yazılıdır. Eskiden bizim kitaplarımızın sonunda bu yazılırdı, ‘bitti’ manasında, ‘tamamlandı’. Ama buradaki yazı sadece bu kitabın değil, benim şiir yazma faaliyetimin sona erdiğini ifade ediyor. Bundan sonra ben ömrümün sonuna kadar daha önce müsveddesini yayınladığım kitabımı çalışacağım, Bir Yusuf Masalı’nı. Allah bana ömür verirse bitirip yayınlayacağım Goethe Faust’unu 82 yaşında tamamlamış. Bakalım Allah bana ne kadar ömür verecek, şu an yetmiş yaşındayım.”
“Bu toplantı bir sanat hadisesini teşrih etmek üzere yaptığımız bir toplantı mı? Değilse acaba bu toplantı siyasi bir tarafı var mı? O da değilse bu bir düşünce meselesinin bir yanını doldurmak üzere yapılan bir toplantı mı? Yani Türkiye’de bir sanat hayatı artık yok. Türkiye’de bir düşünce çevresi belki hiç olmadı. Ama şimdi izi bile yok! İzdüşümü de yok! Kala kala siyasi yanı olması kalıyor. Biz burada siyasi bir hadiseyi ortaya çıkarmak üzere mi bulunuyoruz? Buna hiç kimse evet demeyecektir. Yani manasız bir toplantı bu şimdi. Sanat konuşmayacağız, fikriyat bahis konusu olmayacak ve siyaset de yapmayacağız. Meşhur bir adam var karşınızda öyle mi? Adı duyulmuş. Hatta zaman zaman televizyona bile çıkar! Çünkü Türkiye’de ölçü o. Yani televizyonda görünüyorsanız siz kadroya alındınız demektir. Onun için kızağa alınanlar da pek televizyonda görünmezler. Beni de uzunca zamandır görmüyorsunuz televizyonda. Çünkü benim söyleyeceklerim televizyonda söylenenlerin geçersizliğini ilan edecek olan sözler olacak.”
“Bu salonda benden yaşlı pek insan olduğunu sanmıyorum. Olsa bile çok azdır. Çoğunuz benden gençsiniz, benden yıllar sonra doğdunuz. Eminim ki salondakilerin çoğu 1960’dan sonra doğdu. Dolayısıyla burada bulunan insanlar Türkiye’nin haritadan silinmesi ve Türk milletinin tarihten tard edilmesi programının uygulandığı zamanda ömürlerini geçirdiler.” “Sanat eserleri sanatçıların biyografik malzemesi değillerdir. Ama bütün sanat eserleri, ister resim, ister müzik, ister edebiyat, ister heykel, ister mimari olsun bütün sanat eserleri o eserin arkasında bir insanın olduğunu gösterir ve ispat eder. ‘Anonim diye bir kelime de bilirsiniz. Mekteplerde karşınıza çıkar. O isimsiz demektir. Sanatçısının adını bilmiyoruz. İnsanlarda anonim kelimesi şöyle bir çağrışım yapıyor ‘Herkese ait, herkesin malı’. Gibi anlaşılıyor. Ama öyle değil. Anonim demek sanatçısını bilmiyoruz, tanımıyoruz demek. Ama mutlaka o bir sanat eseriyse onun da arkasında bir insan vardır. Dünyada geçirdiğimiz zaman itibariyle hesabını verebileceğimiz ve veremeyeceğimiz işlerin neler olduğunu, onların müktesebatının nelerden teşekkül ettiğini bize sanat eserleri işaret eder. O bakımdan bir ülkede sanat önemini kaybettiyse, sanatçı değerini hissettiremiyorsa o ülkenin bir geleceği yoktur.”
BÜTÜN YAPTIKLARIM BENCİLCEDİR
Genel Başkan İsmet Özel bugüne dek yaptığı işleri aslında bencilce yaptığını şu sözlerle ifade etti: “Ben bütün yaptığım işleri çok bencil bir anlayışla, çok bencilce yaptığımı genç yaşımdan beri biliyorum. Yani düşüncelerim, davranışlarım hep kendimi kurtarmak için. Sadece kendimi düşünüyorum. Ama Allah bana hidayet nasip etti. Ondan sonra, insanın kendisini kurtarabilmesi için ancak bir başkasını kurtarması gerektiğini öğrendim. Yani Müslüman olan bir insan İslam’a girer, ama iman taşıması için o insanın kendi için istediğini mümin kardeşi için de istemesi lazım. İman etmedikçe cennete giremezsiniz iman etmeniz için de kendiniz için istediğinizi mümin kardeşiniz için istemeniz lazım. Yani ben çok bencilce davranıyorum bir tane mümin bulursam bu bencilliğim gereği beni kurtaracak. Bir tane mümin görürsem ya da onunla dayanışabilirsem bu benim işime yarayacak.”
“Şu anda Türkiye 27 Mayıs 1960 sabahından sonra uygulanmaya başlanan Türkiye’nin haritadan silinmesi ve Türk Milleti’nin tarihi bir kategori olarak ansiklopedilere def edilmesi meselesinin en kritik yerindeyiz. Buraya gelmek için çok ustalıklı plan uygulandı. Ve bunda başarı elde edildi, yani Bugün Türkiye’de ‘Türküm’ demek, para kazanmak ve mevki olarak yükselmek bahsinde aleyhte bir puan. Türk olmadığınızı söylediğiniz zaman size promosyon veriliyor.”
TÜRKİYE’DE KURULU DÜZEN İSTİKLAL MARŞI’NIN ANLAŞILMAMASI SAYESİNDE YÜRÜR
“Ben İstiklal Marşı Derneği Genel Başkanıyım. İstiklal Marşı Derneği 2007’de kuruldu ve kurulduğu günden bu güne kadar mevcudiyetini korumaktan başka bir iş yapmadı. Yapamadı mı? Yapamadı, çünkü Türkiye’de de işleri çekip çeviren, işlere yön veren kimlerse, onlar İstiklal Marşı Derneği’nin varlığını hissettirmesine mani olabilecek bütün tedbirleri aldılar ve kompozisyonunu da o şekilde düzenlediler.”
“İstiklal Marşı Derneği neden kuruldu? İstiklal Marşı’nın, Sakarya Meydan Muharebesi’nin zaferle sonuçlanması üzerine askıya alınması, rafa kaldırılması gerçeğini insanlara anlatabilmek için kuruldu. İstiklal Marşı’nda ne söylendiği anlaşılmasın diye bir bestesi var İstiklal Marşı’nın. Biz burada bu gün olması gereken besteyi söyledik, İstiklal Marşı böyle okunmalı diye bir teklifimiz var, benim teklifim var. Bu teklifimi ben İstiklal Marşı Derneği üyelerine dahi kabul ettirebilmiş değilim. İstiklal Marşı’nın sözlerinin anlaşılmaması Türkiye’de kurulu düzenin yürümesini sağlıyor. Türkiye’de kurulu düzen İstiklal Marşı’nın sözlerinin anlaşılmaması halinde yürüyebilir. İstiklal Marşı Türk Milleti tarafından anlaşıldığı zaman Türkiye’de işlenen bütün suçlar açığa çıkar. Ama şu anda açığa çıkmıyor, çünkü İstiklal Marşı’nın ne dediği anlaşılmıyor ve mekteplerde, spor karşılaşmalarında, resmi toplantılar da okunan beste, İstiklal Marşı’nın ne dediğini anlamamızı engelleyen bir bestedir. İki kıtası okunuyor o iki kıta da yanlış okunuyor.”
“İstiklal Marşı diyor ki “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli / Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli!” 1932’de, yani Cumhuriyetin ilanının 9. yılında Türkiye’de ezan okumak yasaktı. Ezan okumayı serbest hale getirmenin hikâyesini biz Millet olarak, bilenler biliyordu ve kimseye söylemiyordu, ama Demirkırat belgeseli yaptılar, burada açıkça itiraf ettiler işin ne olduğunu. 1950’de hükümet değişikliği oldu, DP hükümet kurdu fakat buna rağmen ezan okumayı yasaklayan kanun değiştirilmedi. İktidara gelen DP bunu savsaklıyordu. Fakat Başbakanlığa oturtulan zat, ‘Bu kadar sahtekârlık yapamayız!’ deyip; ‘Bu kanun değişmezse ben vazifemi yerine getiremem’ deyip istifa etti. Bu basına yansımadı. Bunu ben belgeselden öğrendim. Celal Bayar’ın falan oyunları yasağın devam etmesini öngörüyor. O ‘Hayır ezan serbest olacak!’ diye direttiği için istifa ediyor. Ve ‘İstifamı geri aldırırlar’ diyerek bir askeri uçakla Mersin’e gidiyor. Onu Ankara’ya geri getirmek için ezan yasağının kaldırılması hakkında kanun teklifi veriliyor. Bunu uzun uzadıya niye anlattım? Biz bir olan biten birçok şeyi bilmiyoruz, bilmemekten de memnuniyet duyuyoruz. Mesela şu son twitter tartışmaları sırasında bir şey öğrendik. 2004’te bir anayasa değişikliği yapılmış. Bu Anayasa değişikliğinde şu hüküm yer alıyor: Türkiye’de yerli kanunlar ve yerli mevzuat eğer beynelmilel kanunlar ve mevzuatla çeliştiği takdirde tercih edilecek olan beynelmilel olanlardır. Bu ne demektir biliyor musunuz? Türkiye’de kanun yok demektir. Türkiye’de meclis boşuna çalışıyor çünkü eğer gâvurların işine yarayan bir şey yaparsa bu makbuldür. Gâvurların menfaati aleyhinde bir kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıkamaz demektir. Çünkü eğer Türkiye’deki kanunlar gâvurların kanunlarıyla zıtlaşırsa Türkiye’dekini elinin tersiyle iteceksin geri. Gâvurlarınkini kabul edeceksin. Bu 2004 yılında yapılmış bir anayasa değişikliği. Belki bu sözleri söylediğim için benim hapse girmem lazım. Belki de ‘Gâvurlara hakaret ettin’’ diyecekler. Zaten nefret suçuyla ilgili kanun falan filan da çıkaracaklar.”
“Nerde olduğumuz kim olduğumuzu anlamadan, anlamaya da yanaşmadan, anlaşılmasını da istemeden birçok şey yapıyoruz. Biz İstiklal Marşı Derneği olarak Türkiye’de Türk olmanın en üstün değer olduğunun bütün toplum tarafından kabul edilmesi fikrinin müdafileriyiz. Bu ne demek? Bizim İstiklal Marşı Derneği Gaziantep şubesi açılırken bir üyemiz dedi ki ‘Biz Uhud’da yerini terk etmeyen okçularız’. Rasul-i Ekrem demişti ki: ‘Bizim cesetlerimizin üzerine vahşi kuşların üşüştüğünü görseniz bile yerinizi terk etmeyeceksiniz.’ Ama o okçuların bir kısmı, kâfirin bozguna uğradığını düşünerek, ganimet peşinde yerlerinden ayrıldılar. Onlar yerlerini terk eder etmez Halid Bin Velid onların işini bitirdi. Biz bir işe yarayacak mıyız? Bilmiyorum ama biz yerimizi terk etmemeye kararlıyız.”
“27 Mayıs 1960 sabahı erken kalktım, kimya çalışacaktım. Ders çalışırken duydum Çankaya’dan gelen tüfek seslerini. Radyoyu açtım Alpaslan Türkeş’in sesi: ‘NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız!’ Bunu zırt zırt söylüyordu. Yani 27 Mayıs kendini saklamadı, NATO’nun ve CENTO’nun bir faaliyetiydi. Ama bugün yaşadığımız, ızdırabını duyduğumuz şeylerin dönüm noktasıdır. 27 Mayıs 1960 sabahı 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’in sonuydu. O günlerde herkes 2. Cumhuriyet’ten bahsediyordu. Cumhuriyet ilan edilirken Türkiye topraklarının yerli yöneticilerin eline bırakılması şarta bağlanmıştı. Sanayileşmeme sözü verilmişti.”
“Bu akıl almaz bir şey, dünyada her şeyi olan bir ülke, muhtaç bir ülke durumunda kaldı. Cumhuriyet tarihimizin özeti Bu ülkede yaşayan insanların yükselmelerine, bu ülkeyi idare etmekle vazifelendirilmiş insanların sebep olmaları yani bu ülkenin bir işe yaramaması için insanlar görevlendiriliyorlar ve yükseltiliyorlar. Yani bu ülkeye ne kadar zarar verme sözü verdiyseniz o kadar kolay yükselebiliyorsunuz.”
“Lisanımızı yıktılar, çünkü eğer ne dediğimiz anlaşılır olsaydı birbirimizle ne yapacağımıza da kolaylıkla karar verirdik. Ama şimdi kelimelere aynı manaları yüklemeden konuşan insanlarız. Aslında birbirimizin kelimelerini de tanımıyoruz. Tabirlerimiz yok. Her gün biraz daha yok oluyor. İnsanlar ayrılırken “Bay bay!” diyorlar. Meselenin özü şu: Türkiye’de 27 Mayıs’la biten şey yerine bir şey konulması gereken bir şeydi. Madem Dünya Sistemi’yle olan uzlaşma artık işe yaramıyordu, o halde işe yarar bir şey bulmak lazımdı. Bu da o dönem şartlarında Türkiye’nin sosyalist bir dönüşüm geçirmesi ihtimali idi. Türkiye’de sosyalist bir dönüşüm geçirme ihtimalini devreye sokanlar Türkiye’nin sosyalist bir dönüşüm geçirmesine mani olmak üzere siyasete girenler tarafından tasfiye edildi. Bunu anlamanız çok zor. Çünkü 1973 yılında başlayan siyasal İslam da, Türkiye’nin İslami bir dönüşüm geçirmesine mani olmak üzere faaliyete geçen bir işti.”
“Biz sosyalist dönüşüm geçirme ihtimali söz konusu olduğu zaman Türkiye’deki sınıf ilişkilerini sarahate kavuşturmak mecburiyetindeydik: Türkiye’de kim kime ne yapıyor? Hangi zümre hangi zümrenin lehine, aleyhine çalışıyor? Yani bugün Türkiye’de solcu diye bildiğiniz insanlar sosyalizmin ve komünizmin Türkiye’de basacak bir yer bulmasına mani olmak üzere görev yüklenmiş insanlardı. Aynı şey Müslümanlık için de fazlasıyla geçerlidir. Çünkü Kanuni Sultan Süleyman zamanından bu yana, bilhassa o zamandan bu yana, Türkiye’de İslami talepler devletin endişeyle karşıladığı taleplerdir. Çünkü şeriattan sapışların açığa çıkmasını istemeyen devletti. Yani Osmanlı Devleti daha ilk adımlarından itibaren bir ihanet kültürü üzerine oturmuş bir devletti ve bu artık zirveye geldiği zaman, Kanuni zamanında, işten anlayan temiz insanların her şeyi allak bullak etme korkusuyla yaşadı. Ama daha sonra, İnebahtı hezimetinden sonra, devletin zaafa uğraması ve ülkenin elden gitmesi tehlikesi söz konusu olunca bu sefer Müslüman olmayı şeref bilen insanları cepheye sürerek gene rahatlarını garanti altına aldılar. Yani bu çok yönlü Alicengiz oyunu.”
TÜRKİYE’NİN SINIRLARI HAKKINDA SÖYLENECEK SÖZ SÖYLENMİŞTİR
“Biz bugün Türk topraklarında yaşıyorsak ‘Ben bu memleketi gâvura yedirtmem’ diyen insanların çabaları sonucunda bir avantaja sahip olabildik. Fakat ‘Ben bu toprakları gâvura yedirtmem’ diyen insanların pek azı sağ kaldı, hemen hemen hepsi şehit oldu. Onun için İstiklal Marşı ‘Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı’ diyor. Yani bizim bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları konusunda söz söylemeye hakkımız yok. Yani bu sınırların şöyle veya böyle olması konusunda söz söylenmiş, o söz bitti. Bugün bilhassa Türkiye’de mevki-makam sahiplerinin Türkiye’nin sınırları hakkındaki kanaatleri doğrudan doğruya İstiklal Marşı’yla mübareze halindedir. Bunun bir kuru kuruya sınır meselesi olduğunu sanmak safça bir görüştür. Bu kuru kuruya bir sınır meselesi değil. Biz Türkiye’ye sahibiz, çünkü Türkiye küfür âleminin, İslam’ı yok ettiğine inandığı sırada bu inancını def etmek üzere kurulmuş bir ülkedir.”
“İstiklal harbi, İslam’ın hem bir askeri güç hem de bir siyasi organizasyon olarak hala mevcut olduğunu bütün dünyaya göstermenin savaşıdır. Kurtuluş savaşı değildir, bağımsızlık savaşı değildir. İstiklal kelimesi Türkçe bir kelimedir, Arapça değildir. Biz İstiklal kelimesini telaffuz etmeden önce hiç bir Arap istiklal kelimesini bilmiyordu. Biz siyasi manada istiklal kelimesini kullandık.”
“Cumhuriyetin ilanından bugüne kadar hiçbir iktidar halktan yardım istememiştir. Gelin bunu hep beraber, birlikte başaralım ya da şu tehlikeyi hep beraber def edelim, bunu hiçbir hükümet halktan istememiştir. Neden? Çünkü halkla beraber bir şey yaptığı takdirde, halk “beraber yaptık o zaman ben ne olacağım” diye soracak. Onun için her şey Türkiye’de yukarıdan birilerinin aşağılık birilerini bir şeylere alet etmeleriyle döndürülür.”
TÜRKİYE’DE İSLAMİ BİR DAVA OLSAYDI ERKEKLERİ DE ÜNİVERSİTELERE ALMAMALARI GEREKİRDİ
“İnsanlar şu anda Türkiye’de kâfirlerin hayat tarzını daha güzel yaşamaktan başka gaye gütmüyorlar. Başı örtülü kızları üniversiteye almıyorlarmış. Ama erkekleri alıyorlardı. Eğer bu iş bir İslami dava olsaydı, asıl İslami bir gelecek için gayret eden erkekleri üniversiteye almamak lazımdı. Tabi erkeklerin de böyle bir niyeti yoktu. Kızlarınki de sadece bir dekordu. Ben bu başörtüsü meselesi üniversitelerde söz konusu olduğu zaman şunu diyordum: Eğer bu kızlar Müslüman kızlarsa, Üniversite idaresi onlara şunu diyecekti: ‘Siz başınızı açsanız da biz sizi üniversiteye almayacağız!’ Başını aç üniversiteye gir. Yani senin Müslümanlığın bez parçasından ibaretse, tabii ki o zaman bezle yaşa. Ama İslami bir hedef Türkiye’de güdülmedi. Türkiye Siyasal İslam’ı işte bugün geldiğimiz yer gayesiyle, küfrün yeşile boyanmış şekli olarak tanıdık. İslam istenir bir şey midir diye soracaksınız. 1.Mümkün müdür? 2. Gerekli midir? Bazıları derler ki ‘İslam iyi bir şey ama artık çağımızda bunlar olmaz’ ve yahut İslam’ı da hayatın aldığı şekle uydurmamız gerektiğini söyleyen insanlar çıkabilir, ‘Artık dünya bu şekle girdi’ vesaire. Bu iki gerekçe de insanların İslam’ın lüzumsuz bir şey olduğunu düşünmelerinden doğan şeyler. Yani bu şu demektir: ‘Kur’an boşuna nazil oldu’ ve ‘Sünnet de o gün için belki bir işe yarıyordu ama bugün artık ona intibaa edemeyiz’ demektir.
“70’li yıllarda, bütün dünyada bir İslam dalgası yükseldiğinde, Britanya’da bazı İslami gruplar ortaya çıktı. Bir süre sonra hem aralarındaki anlaşmazlıklardan hem de dünyadaki olan bitenden dolayı bu gruplar dağıldı. Fakat bunlarla ilgili bir belgesel okudum. Orada diyor ki bu İslami gruplar dağıldıktan sonra hiçbir Müslüman eski inancına dönmedi. ‘Madem bu örgüt işe yaramadı o halde ben de geldiğim yere gideyim’ demedi hiç kimse. Bilakis şöyle dediler Britanya’da Müslüman olan insanlar: ‘Bunu neden hak ettiğimizi bilmiyoruz. Ama Allah bize bunu nasip etti.’ Yani tekrar gâvur olmayı düşünmediler. Ama tabii ki ne yapacaklarını da bilemiyorlar. Çünkü topluca Müslüman’mış gibi görünen yerlerde insanlar İslam’dan kurtulmaya çalışıyorlar. Yani bunu bir ağırlık, bir çekilmez sıkıntı olarak görüyorlar. Yani bu böyle karmaşık bir hadise. Çünkü, gerçekten Müslümanlar kendi yerlerini bilir, ona sahip çıkarlarsa bundan küfür âleminin ne büyük zarar göreceğini bütün o âlemin elebaşları biliyor. Ona göre her şey ayarlanmış, hazırlanmış ona göre yürüyor bu işler. Türkiye’nin bu bakımdan önemli bir yeri var. Çünkü Türkiye en azından 90’lı yıllara kadar kararlarını kendi alabilen bir ülke idi. Onun kalıntıları hala ülke içinde var mı yok mu bilmiyorum. Ama Türkiye bütün siyasi çalkantılara rağmen ayakta durmayı pek o kadar göze görünmeyen bir milletin varlığıyla sağlayabilmiştir. Yani Cumhuriyet ilan edildiği zaman bu devletin uzun ömürlü olmayacağı düşünülüyordu. Fakat Türkiye’de yaşayan insanlar bir vatana sahip olmanın kıymetini biliyorlardı. Ona göre idari bakımdan başlarına gelen şeylerin yok olmaktan evla olduğunu düşünerek yaşadılar. Ama yıllar geçti bütün Türkiye’nin niçin Türkiye olduğunu bilen insanlar mezarları doldurdular. Ve Türkiye’nin niçin Türkiye olduğunu bilmeyen insanlar aktif nüfus dediğimiz şey haline geldiler.”
BUGÜN DÜNYADA YALNIZCA BİR TEK DEVLET VAR
“Şimdi insanların rahatsız oldukları bir şey yok, çünkü İslam’ın gereğine inanmıyorlar. Bunu önümüzdeki kısa zamanda sonuçlarını göreceğiz. Yani Türkiye Cumhuriyeti diye bir siyasi varlık doğdu 1923 yılında. Doğmayabilirdi. Doğmadığı takdirde ne olacaktı? Büyük Ermenistan, Büyük Yunanistan ve bir miktar da Kürdistan. Yani geldiğimiz yer orası şu anda. Türkiye olmadığı zaman ne olacak? Son safhadalar. Şu anda Türkiye’de Rum asıllı, Ermeni asıllı insanların -biz onları nüfus kâğıtlarında başka türlü biliyoruz- kazançlarının azamiye çıkacağı bir gelecek var. Buna insanlar itiraz etmeyecekler. Bu insanlar için refah ve hatta prestij manasına gelecek. Ben insanlara bir şeyler anlatabileceğimi hiç sanmıyorum. Şimdiye kadar bir şey denemedim de. Kişiyi nasıl bilirsin? Kendin gibi! İnsanların bunları tabii olarak benim gibi düşündüklerini sanıyordum ve küçük işaretlerle, küçük kıvılcımlarla pekâlâ büyük bir ateşin yanabileceğini düşünme saflığına sahip idim. Ama hayır. Böyle bir şey yok. İnsanlar kendi milletlerine sadıklar. Türk Milleti diye bir şeyin varlığına inanmıyorlar. Dediğim gibi, insanlar öldü ve Türk Milleti’nin yapacak bir işi olduğuna da, bir işin altından kalkabileceğine de inanmıyorlar. Hiç kimse birçok şeyden rahatsız değil. Devlet menfaatleri için çok önceden, Fatih Kanunnamesi’nden önce başlamış olan bir şeydir kardeş katli. İnsanlar buna alışmış; bunu İslam diye biliyorlar. Gayri İslami birçok şeyi İslam diye biliyorlar. Devletin selameti her şeyin üstündedir! Eğer bir şeyin gayri İslami olduğunu söylerseniz adam “Devletin menfaati bunu gerektiriyor” diye cevap veriyor. Bu iş böyle gidiyor. Ama dünyada, merkezi Wall Street’te olan bir tek devlet olduğunu hiç kimse hesaba katmıyor. Görünür devletlerin aslında, onun yansıması bile olmadığını, tavşanın suyunun suyu olduğunu anlayacak, anlamaya niyetli insanlar yok.”
“Yunanlılar Osmanlı mülkünden toprak koparmayı beceren ilk unsur, ilk kavim. 1830 Hıristiyan yılında devletlerini kurdular. Bugünkü Yunanistan’ın üçte biri kadar bir yerdi. Ve Yunanlılar devletlerini kurdukları zaman Ermeniler Osmanlı sarayına dediler ki: “Biz onların yaptığını yapmayacağız, biz millet-i sadıkayız” yani saltanatın en sadık milletiyiz dediler ve bunun da mükâfatını aldılar. Önümüzdeki sene feryad-ı figan halinde her tarafı kaplayacak olan o Ermeni katliamı sırasında hükümette birçok Ermeni vekil vardı. Bugün Türkiye’de en aktif banka hangisi diye sorsanız Finansbank cevabını alırsınız, bu Yunan Milli Bankası’nın malıdır. Bilenler öyle diyor: 1919 yılında Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkarmasının hiçbir hükmü yoktur Finansbank’ın Yunan Milli Bankası’nın malı olmasının yanında. Yani onun çok ilerisinde bir adımdır. Bunlar kimseyi rahatsız etmiyor, işler gayet güzel yürüyor ve bir sabah uyandığımızda artık haritaların değiştiğini gördüğümüz zaman bundan rahatsız olmayacağız. Çünkü bize bunu çoktan alıştırmış olacaklar. Hatta bunun için yürüyüşler, mitingler de yapacağız belki, Türkiye yok olsun diye. Ve zaten bunu gönülden isteyen dünya kadar insan var. Birçok yerde irtibatlar hazır, kurulmuş, paraların nereden geldiği belli, yani hiçbir sıkıntı yok. Benim söyleyeceğim bir şey de yok. Zaten dedim size başından, buraya oturduğum zaman benden yeni bir şey duymayacaksınız diye. Bunlar bayat laflar, Vatan Millet Sakarya işte bundan ne olacak yani. Hadi iyi geceler.”
Genel Başkan İsmet Özel, konuşmasının ardından “Of Not Being A Jew” kitabının hitama erdirilmiş son baskısını imzaladı.
8 Mayıs 2014, İstanbul