İstiklâl Marşı Derneği’nce tertip edilen Tartışmalı Konferansların dördüncüsü “Türk Gerçeği (Yalın / Temiz / Acımasız)” başlığı altında, 18 Aralık 2010’da Ankara’da yapıldı. İstiklâl Marşı’nın kırk bir mısraının aslî bestesiyle okunmasıyla başlayan toplantının açılış konuşmasında İstanbul Şube Başkanı Sedat Akyüz, yalınlığın, temizliğin ve acımasızlığın itikadî karşılıklarını Kur’an-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye ışığında izah ederek İstiklâl Marşı Derneği’nin, Ahiret’in tarlası olan Türkiye’nin geleceği için bulunulacak tek yer olduğunu vurguladı.
Tartışmalı Konferansta ilk olarak söz alan İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı İsmet Özel, 12 Eylül 1980 askeri harekâtı sonrasında Süleyman Demirel’in yeniden siyaset yapma ruhsatını ele geçirebilmek için “Kürt realitesini kabul ediyorum” demiş olmasını hatırlatarak, İstiklâl Marşı Derneği’nin bir Türk realitesinden değil, Türk gerçeğinden bahsettiğine dikkat çekti. Genel Başkan İsmet Özel, söz konusu farkı belirginleştirmek üzere Batı dillerindeki “réalité/vérité”, “reality/truth” gibi ayrımların Türkçe’de esas olmadığına, “gerçek” ifadesiyle hakikatin ve doğruluğun bir arada ifade edilebildiğine temas etti. Türk gerçeğinin kabulünün, dolambaçlı mazeretler bulmayı ve birtakım şartlı unsurlar derlemeyi gerektirmediğini dile getiren İsmet Özel, Türk gerçeğinin yalınlığının Türk kafasının “helal mi, haram mı?” ayrımındaki netliğinde görülebilen basitliğiyle izah edilebileceğini ifade etti.
Türk gerçeğinin doğuşundan itibaren haklılıktan ibaret olması, haklılığın kendisi olması dolayısıyla da temizlik vasfını haiz olduğunu vurgulayan İsmet Özel hak etmediği bir şeyi elinde tutan kimselerin Türk olmaktan imtina ettiklerine işaret ederek “Ben kim, işgal ettiğim makam kim?” diyenlerin Türk gerçeği dışında yer aldıklarını beyan etti. Genel Başkan İsmet Özel, Türk gerçeğinin acımasızlığının ifade edilişinin insanlarda bir tedirginlik uyandırmasının, onların Hıristiyanî tercihlerle yaşamaları sebebiyle söz konusu olabileceğine dikkat çekerek, Türk gerçeğiyle hemhal olmanın “bir koy beş al” hesabıyla yürüyemeyeceğini, yedeğini ihtiyaten yanında bulundurma tavrının Türk gerçeği içinde yer bulamayacağını dile getirdi. İsmet Özel Türk gerçeğinin tavizle, pazarlıkla, şart koşmayla, “ne şiş yansın ne kebap” düşüncesiyle varılması mümkün bir şey olmadığını da sözlerine ekledi.
Batı ülkelerindeki görüntülü medyada tespit edilebilecek dikkate değer bir ayrıntı olarak, ne zaman Müslümanlıktan bahsedilse ortaya derhal ay-yıldız imajının çıktığına işaret eden İsmet Özel, Haçlı Seferleri’nin bilhassa ve sadece Türklere karşı düzenlendiğini, Osmanlıların Avrupalılarla girdikleri muharebelerin herhangi bir krallıkla değil, Haçlı ordusuyla vuku bulduğunu, nihayetinde İnebahtı’da Türk Donanması’nı yakanın da Haçlı Donanması olduğunu hatırlattı. Türklüğün tarihî bir rol olmasının, aynı zamanda her Türk’ün teker teker tarihî birer şahsiyet olmasıyla birlikte anlaşılması gerektiğini ifade eden İsmet Özel; genleri dolayısıyla veya sahip olduğu kültürel değerler dolayısıyla değil, kâfirle çatışmayı göze alması dolayısıyla Türk olduğunu beyan eden ve Türklüğünü bu şekilde merbut kılan kimsenin tek başına tarihî bir şahsiyet olduğunu ve tarihin şekillenmesinde kendine düşeni üzerine almış bulunduğunu vurgulayarak “Büyüklerimiz bilir, ben onların emrini yerine getiriyorum” diyen kimselerin Türk gerçeğinden bîhaber olduklarını, tarihî bir şahsiyet olmayı kendilerine yakıştıramadıklarını beyan etti.
Genel Başkan İsmet Özel, 27 Mayıs 1960 harekâtının Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı, Bakanlar Kurulu’nu, iktidar partisi mebuslarını ve iki Genelkurmay Başkanı’nı tevkif etmiş olmasına dikkat çekerek bu harekâtla aslında 29 Ekim 1923’te ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin sonlandırılmış bulunduğunu, bu harekâtı gerçekleştirenlerin İstiklâl Marşı’nın ithaf edildiği “Kahraman Ordumuz”u ortadan kaldırdıklarını ifade etti. Hâlbuki İstiklâl Marşı’nın ithaf olunduğu “Kahraman Ordumuz”un herkesin yılgınlığa teslim olduğu, Türk Milleti'nin sona erdiğine kanaat getirdiği sırada vatanı kurtarmak üzere harekete geçmiş yegâne kuruluş olduğunu, milletin ve devletin yok olmasına yalnızca bu ordunun direndiğini hatırlatan İsmet Özel, “Bu millet benim milletim, bu devlet benim devletim, bu topraklar Türk topraklarıdır” diye düşünenlerin 27 Mayıs 1960 harekâtıyla ordudan tasfiye edildiğini belirtti.
İstiklâl Marşı Derneği’nin, eğer bir mesafe kat edecek idiyse yarı yolu geride bırakmış olduğunu beyan eden Genel Başkan İsmet Özel, İstiklâl Marşı Derneği’nin bir dava olup olmadığı sorusuna cevaben, ölümü göze almak dahil, birtakım fedakârlıkların bir davayı haklı kılamayacağını, ancak uğruna ölümün göze alınmadığı bir davanın haklı olmasının asla mümkün olmadığını vurguladı. İsmet Özel, İstiklâl Marşı Derneği’nin hiç kimseyi canları veya malları bakımından herhangi bir fedakârlığa davet etmediğini, Derneğin Anayasa’da yeri bulunan bir kuruluş olarak, ne ileriye ne de geriye doğru hiçbir gayrimeşru uzantısının bulunmadığını sözlerine ekledi. İstiklâl Marşı’nın vatan sahibi olmaktan mahrum bırakılma tehlikesi karşısında doğduğunu hatırlatan İsmet Özel, şu anda Türkiye’nin İstiklâl Marşı’nın yazılmasına gerek duyulan hale çok benzer bir hale getirilmesi dolayısıyla, İstiklâl Marşı Derneği’ne üye olmanın gayet makul ve haklı bir tutum olmasına rağmen çok tehlikeli bir şey olarak görülebildiğini ifade etti. İstiklâl Marşı’nın herhangi bir millî marş olmayıp, bir programı ihtiva ettiğine işaret ederek, insanların İstiklâl Marşı Derneği’ne cepheden hücum edemedikleri için onlara “Bu sizin de İstiklâl Marşınız değil mi?” diyerek karşılık verilemediğini ifade eden Genel Başkan İsmet Özel, Dünya Sistemi’nin doğrudan doğruya Türk hayat tarzına galebe çalmak üzere doğmuş bulunduğunu, parayla iş gördürme anlayışının cari olmasına istinat eden bu sistemin etkileri dolayısıyla İstiklâl Marşı Derneği’nin kolaylıkla bütün topluma nüfuz edemediğini söyledi. Genel Başkan İsmet Özel, Türkiye’de hükümet eden insanların Türkiye’nin haritadan silinmesine imkân verecek faaliyetleri haklılık olarak ikram etmeye çalıştıklarına misal olarak Dışişleri Bakanı’nın öne çıkardığı “Komşularıyla sıfır sorunlu Türkiye” politikasının Türkiye’nin inkârı demek olduğunu vurguladı ve Türkiye’nin manası hususunda hiçbir fikri olmayanların Türkiye’de etkili ve yetkili olmalarının Türkiye’yi zulüm altında bıraktığına dikkat çekti.
Toplantıda söz alan Sivas Şube Başkanı Âdem Yıldırım, İstiklâl Marşı Derneği’nin sarahaten ifade ettiği gibi, Türklüğün tarihî bir rol olduğunu vurgulayarak “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” hükmünün gereğini yapmak, bu vazifeyi yerine getirmek üzere yaşayan insanların Türklüğünden bahsedilebileceğine temas ederek; Türklüğün, işinin ehli olmakla birebir irtibatlı olduğunu belirten bir konuşma yaptı. İstiklâl Marşı Derneği Genel Sekreteri Mustafa Tosun konuşmasında Mescid-i Dırar hadisesinin manasına temas ederek, kâfirler ve münafıklar karşısındaki acımasızlığın aslî değerini vurguladı. Türklerin takvayı bizatihi millet vasfı haline getirdiklerini beyan ederek, kâfirlerin de Türkleri acımasızlıkları ile andıklarına dair örnekler verdi. İstiklâl Marşı Derneği Gaziantep Şube Başkanı Mehmet Kendirci, Türk Milleti’nin kendisinin bir dua oluşunun onların Allah’ı en güzel şekilde tesbih etmeleriyle irtibatına dikkat çekerek Türkçe’nin bir itikat dili olduğunu, Resulullah’ın “Ya hayır konuşun ya da susun” emrinin Türkçe’de karşılık bulduğunu, Türklüğün temiz oluşunun Türkçe’nin temizliğiyle anlaşılabileceğini ifade etti. İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkan Yardımcısı Durmuş Küçükşakalak ise yaptığı konuşmada İstiklâl Marşı Derneği’nin düzenlediği her toplantının manalı bir sıra takip ederek gerçeklerin üzerindeki örtüleri birer birer kaldırdığına işaret etti. Kâfirlerin bütün dünyayı her bakımdan kirletmekte olmaları suretiyle kirliliğin olağan görülmesini temin ettiklerini; herkese ve her şeye karşı merhametli, hoşgörülü olmak yalanını yaygınlaştırarak başlarına geleceklere karşı tedbir aldıklarını ifade eden Durmuş Küçükşakalak, Türkiye’nin ve Türklüğün İslâm’ın küfre dönük yüzü olması, bir göğüs, bir cephe olması dolayısıyla bilhassa Türkiye’de düşmana karşı merhametten bahsetmenin ihanetten başka mana taşıyamayacağını beyan etti. Mevcut kirliliğe rağmen “Türkiye’de iyi şeyler de oluyor” diyenlerin kendi kirliliklerini beyan ettiklerini vurgulayan Durmuş Küçükşakalak, yalın, temiz ve acımasız olan bir gerçeği reddedenlerin; demokrasi, insan hakları, özgürlükler adı altında paketlenmiş bir püsküllü yalanı tercih etmek mecburiyetinde kalacaklarını ifade etti.